Vedat Milor, bir zamanlar NTV’de düzenli olarak yaptığı yemek programlarıyla geniş kitlelerce tanınır olmuştu. Başta İstanbul olmak üzere birçok ilde, gittiği yerin tanınmış lokantalarını, restoranlarını dolaşarak yemek kültürümüze önemli katkılar yapmıştı. Yemek konusu, uzmanlıklarından sadece birisi aslında. Kendisi, Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Ekonomi mezunu, yurtdışında yüksek lisans ve doktora yapmış. Sosyoloji eğitimi almış. Bunlarla yetinmemiş Stanford’da Hukuk okumuş. Ülkemizde ve ABD’de öğretim üyeliği yapmış.
Milor, 2021’de ilk baskısını yapan “Hesap Lütfen!” kitabında, kendisiyle yapılmış röportajlardan oluşan bir içerikle karşımızda. Baştan belirtelim, içinde gastronomi konularına, Nusret’e, Ferit Şahenk’in restoranına, yazı başına on bin dolar alan dünyaca tanınmış bir gastronomi uzmanına (…) dair detaylar geçse de bu kitap bir gastronomi kitabı değil. Hayatta insanlara dayatılan bazı değerleri, yaşam tarzları üzerine yapılan zorlamaları, bunların arkasındaki ikiyüzlülüğü, sahtelikleri ve bunlara muhatap olanların yaşadığı ikilemleri, çatışmaları, kitabın ana eksenine alıyor. Yazar, kendi yaşadığı örnekler üzerinden sohbetini akıcı bir şekilde sürdürüyor. Her konuya çözüm bulma iddiasında değil. Tecrübelerini, hayal kırıklıklarını, başarısızlıklarını ve arayışlarında ulaştığı çözümleri, ne yapılması gerektiğini dikte etmeyen bir üslupla aktarıyor. Ömrünün farklı dönemlerinde ABD’de, Avrupa’da ve ülkemizde yaşıyor olması, sorulara verdiği cevaplarda gerçekçi karşılaştırma yapma zeminini kolaylaştırmış. Eserin hitap ettiği kitlenin, değişime, farklı fikirlere açık olan insanlar ve özellikle gençler olduğunu söyleyebiliriz.
Milor, sekiz ana bölüme ayrılan çalışmasında, bireysel olarak görünse de özgüvensizlik ve değersizlik gibi gerçekte toplumsal olan belli sorunların, kültürümüzde mevcut bazı kalıplardan, yargılardan kaynaklandığına değiniyor. Bir insanın ve genelde bir toplumun, aile yaşantısından itibaren nasıl bozulabileceğini sosyo-ekonomik bir perspektiften anlatıyor. Hayatta var olan problemlere rağmen topluma küsüp içe kapanmak yerine özgüvenle ve özsaygıyla üretmeyi, iletişime devam etmeyi, zevk aldığımız uğraşılarla ilgilenmeyi, makul beklentilerle hayata devam etmeyi öğütlüyor. Kitabın ismindeki alt başlığa uygun olarak insanın kendi dengesini bulması noktasında, herkesi memnun etme düşüncesinin hayatı zorlaştırabileceğini, yaşanılan ânı ertelememeyi, öncelikleri (kırmızı çizgileri) iyi belirlemeyi, bunları yaparken de egoist davranmamayı, sağduyulu olmayı salık veriyor.
“Anadilimiz dışında lisanlar bilmek bugün yaşadığımız dünya için olmazsa olmazımızdır. Dünyaya evrensel bir duyguyla adapte olmak adına bilhassa yabancı basını takip etmeli, gezegenimizde neler olup bittiğini farklı kaynaklardan bilgileri kıyaslayarak öğrenmeliyiz. Ülkemiz bilgi ekosistemi açısından dünyanın epey gerisinde ve çoğu zaman manipüle edilmiş kirli bilgilerin ortasında doğruyu ve gerçeği arama savaşı veriyoruz. Yine birçok akademik alanda yerli bilgi kaynağımız kısıtlı; dünyanın bütünüyle değil, yalnızca yaşadığımız yerle iletişimde olduğumuzda, çaresi yok, çağın gerisinde kalıyoruz.” (s. 81)
“Siz, bilmeyenler kadar ses çıkarmadıkça, niteliğinizin farkına varamayacaklar ve anlaşılmadığınızı düşüneceksiniz. Meşgul olduğunuz işler başkalarının gözünde değersizleşecek ve vazgeçilebilir olduğunuzu zannedeceksiniz. Ses çıkartmak derken bağırmayı, gürültü yaparak barbarlaşmayı değil, doğru zaman ve doğru yerde kendini anlatmaktan geri durmamayı kastediyorum. Bilgi sahibi olduğumuza emin olduğumuz her konuda, eğitimini aldığımız alanlarda hödüklerden daha çok ses çıkarmalıyız.” (s. 101)
“Toplum hep tetiktedir. Kendinize uzak kaldığınız her an sizi yönlendirmek için fırsat kollar. Toplumun geneline kalsa hayatın değeri elekten geçirilmiş ve incelmiş zevklerden çok, yalnızca paradan, güzellikten ve güçten ibaretmiş gibi gelir. Oysa her insan zevkleriyle ve seçimleriyle özneldir.” (s. 167)
“Evrensel ölçütler olmazsa birçok konuda yerimizde sayarız. İnsan hakları, devlet yapısı, tarıma yaklaşım gibi konulara bakışımız evrensel olmalı. Bir yandan da yerel güzelliklerimizi keşfedip bu alanlarda taklitçilikten uzak durarak bu güzellikleri sahiplenmeli ve onlar uğruna inat etmeliyiz.” (s. 297)
Mesele basitçe şudur: Doğru insana doğru iş verilmeli. Doğru insanı doğru iş için bulsanız bile bu sistem değişmedikçe, gelir kaynakları değişmedikçe, devlet yapısı değişmedikçe doğru insan ya bir süre sonra havlu atacaktır ya da bozulacaktır ve umursamaz hâle gelip yine kendi emeğine yabancılaşacaktır. Devlet yapısı üzerinde temel değişikliklere gidilmedikçe tufeyli (asalak) sınıfına karşı mücadele yalnızca bireylere indirgeniyor. Bu toplumda iyi tufeyli olan başarıyor ve sonuç alıyor.” (s. 307)
İlber Ortaylı’nın “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” ve Doğan Cüceloğlu’nun “Var mısın?” örneklerinde olduğu gibi eserin sonunda Milor’ü etkileyen kitaplar ve filmler sıralanmış: Tutunamayanlar, Suç ve Ceza, Tokyo Hikâyesi, Özgürlük Hayaleti bunlardan bir kısmı.
Kronik Kitap’tan çıkan “Hesap Lütfen!” için Nurhak Kaya’nın soruları hazırlarken ciddi bir çalışma yapmış olduğunu, eserin akıcı olmasında, kurgunun başarılı ilerlemesinde ciddi bir emek harcadığını vurgulamak gerekir.
Zübeyr Yıldırım