“Sahilde Kafka”: Heyecanlı Bir Serüven…

Sahilde Kafka
Sahilde Kafka

1949’da Japonya’nın Kyoto şehrinde doğan Haruki Murakami’nin babası Budist bir din adamı, annesi ise bir tüccarın kızıdır. Gençliğini Kobe’de geçiren Murakami, üniversiteyi Tokyo’da Vaseda Üniversitesi’nden drama eğitimi alarak tamamladı. Eşiyle birlikte bir süre caz bar işleten yazarın kitaplarında, kahramanları vasıtasıyla okuruna sunduğu klasik müziğin kaynağının nereden geldiği de anlaşılabiliyor.

Bir beyzbol maçı izlerken roman yazmaya karar verdiğini söyleyen Murakami, Batı edebiyatıyla yakından ilgilenmiş; sürrealizm, postmodernizm, realizm, büyülü gerçekçilik, bildungsroman, pikaresk roman tarzlarında yazdığı romanlarla Japonya’da birçok ödülün sahibi olmuş. Birçok dile çevrilen kitaplarıyla popüler yazarlar arasına girmiş. Yine yazdığı bir romanı senaryolaştırarak beyaz perdeye aktarmış.

Sahilde Kafka, birçok okurun hızlıca okuyup bitirdiği, ancak sonunda biraz hüsran yaşadığı bir roman. Evet, ben de seri bir şekilde okuyup bitirdim, ancak sonunun hüsran olduğunu söyleyemem. Temelde insanın var oluş mücadelesi içinde birçok badireler atlattıktan sonra bazen başladığı noktaya geri dönüşünü ama bu dönüşünde farklı, olgunlaşmış bir benlik algısıyla dönüşünü bir kurgu eşliğinde işlemiş yazar. Başkahramanın evden kaçışı ve sonunda tekrar eve dönüşü; işte bu yolculuğun anlatısı.

Romanda pek çok kahraman var, ancak 15 yaşındaki Kafka Tamura başkahramanımız. Diğer önemli kahramanlar Nakata, Hoşino, Oşima ve Saeki Hanım ve bir de Karga –Çekçede Kafka, karga demek- adlı delikanlı (Hayali biri de olabilir; Kafka’nın üstbenliği de olabilir.) Hepsinin arka planında hayata aykırı düşmüş yönleri var. 15 yaş itibariyle babası tarafından lanetlenmiş olan Kafka’nın bu lanetiyle yazar, bizi Freud’un da Oedipus Kompleksi (Karmaşası) diye adlandırdığı Kral Oedipus’un mitolojik anlatısına götürüyor. Bu nedenle “Sahilde Kafka”yı okumayı düşünenlere, okumadan önce Sophokles’in “Kral Oedipus”unu okumalarını tavsiye ediyorum.

Kafka Tamura, birçok yönden doğal kabul edilmeyen olaylarla çevreleniyor. Bu noktada insanın kafası karışıyor, sahip olduğu genel ahlak kaideleri çerçevesinde okuduklarıyla çelişkiler yaşıyor. Romanda ensest ilişki, eşcinsellik, cinsellik fazla vurgulanarak normal ile normal olmayan, hayal ile gerçek arasına sıkıştırılmış durumda.

Kitapta Rus yazar Anton Çehov’dan bir alıntı var: “Eğer öyküde bir tabanca geçiyorsa sonunda mutlaka patlaması gerekir.” Oysa kitapta birçok soru işareti bırakmış yazar. Bu yönüyle de eleştirebilirim. Mesela, Nakata’nın çocukluğunda başına gelen olayın nedeni belirtilmemiş. Sonradan da anlaşılabilir cinsten değil. Hiçbir şekilde çıkarım yapamıyorsunuz, muamma olarak kalıyor. Böylesi patlamamış tabancaları görüyorsunuz romanda. Yazarın kullandığı metaforlar daha doğrusu metafor yağmuru diyelim, büyülü gerçekçiliğin ya da fantastik gerçekçiliğin sonucu demek biraz hafif olur. Roman boyunca peşinizi bırakmıyorlar. Farklı âlemler, rüyalar, giriş taşı, âlemler arası yolculuk, iyiler ve kötüler, arafta kalanlar vs. bitmiyor, sonu gelmiyor. Büyülü gerçekçilikte yazar, bir metafor kullandığında bunu okura ne için kullandığını sezdirir; ancak, Murakami’de bu yönden bir nebze cimrilik var diyebilirim. Bir anlamda el yordamıyla anlamaya ve kavramaya, zihninizde bir yerlere oturtmaya çalışıyorsunuz.

Diğer yönden Nakata ve Hoşino’nun yolculuğu ya da yoldaşlığı beni gerçekten etkiledi. Nakata’nın nezaketi ve saflığı, yıllarca her türlü sorumluluktan kaçan Hoşino’yu değiştirip dönüştürüyor. Onun hayatına bir anlam katıyor. İkisinin arkadaşlığı, insanın içini ısıtıyor.

Kedileri çok sevdiğini söyleyen yazar, romanlarında kedileri de kullanıyor. Bu romanda da kedilere yer vermiş Murakami. Başlangıçta kedilerle konuşabilen Nakata’nın bu özelliği, sonrasında Hoşino’ya da geçiyor.

Yazarın müzik sevdasını “Sahilde Kafka” romanında da görüyoruz. Kahramanları vasıtasıyla bize bu romanda özellikle klasik müzik bilgisi ve konseri vermeden geçmiyor.

Yazar, kitapta farklı anlatıcılara yer vermiş. Bazen kahraman anlatıcı, bazen gözlemci bazen de ilahi anlatıcı sözü alıyor. Bu anlamda ustalıklı bir üslup oluşturmuş. Kahramanları birçok açıdan izleyebiliyorsunuz. Sizi okurken fazla yormayan, sade bir dil akışı ve cümle yapısı kullanmış. Böylelikle akıcılığı sağlamış.

Eğer Haruki Murakami’den bir kitap okumadıysanız (bence 18 yaşını da aşmışsanız) bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Tabii yazarın üslubu gereği sonunda bazı soru işaretleri kalacağını göze alıyorsanız, heyecanlı bir serüven sizi bekliyor olacak.

Sevinç Karagöz

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here