Edebiyatta Boğaz Esintileri

Dünyanın birçok yerinde mehtap güzel ve farklı görünür. Ancak mehtaba yaşama üslubu veren, ona bir “ay ışığı musikisi” konduran Boğaziçi’dir. Balık farklı sularda avlanabilir. Gelin görün ki, avın seremoniye dönüşmesi yalnızca Boğaziçi’nde karşımıza çıkar. Lüferin Marmara’ya uğradığını herkes aynı gün öğrenir mesela. Her şehrin mesire yerlerinde seyre çıkılır da sadece İstanbul’da kent sakinleri önceden sözleşmiş gibi aynı vakitlerde aynı mekânlarda rastlaşır. Nitekim pek az coğrafyaya orası gibi hususi bir hayat tarzı nasip olduğundan, ‘Boğaziçi medeniyeti’ adını alır. Ona mahsus kanun ve nizamnameler de beş yüz yıllık bu medeniyetin varlığının delilidir.

Denizin bu inci gerdanlığı, edebiyatta da ifadesini bulur. Divan Edebiyatı’nda beyitlere sızar, halk edebiyatındaysa masalların büyülü dünyasında bize göz kırpar. Ancak en çok roman ve hikâyelerde onun esintilerine rastlanır. Zaten burada insanların fark etmeden bir medeniyet kurduğu fikri Edebiyatçı Abdülhak Şinasi Hisar’a aittir. O, eserlerinde öne sürdüğü delillerle bu fikri kanıtlar. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Rauf, Refik Halit Karay, Ruşen Eşref Ünaydın, Münevver Ayaşlı da Boğaziçi’nde hayatın kuruluşunu uzunca anlatır. Onların bu konuyu ele alan eserlerinin her biri ayrı ayrı çalışmalara konu olacak hacimde hiç şüphesiz. Biz de sizler için edebiyatta bir Boğaz turuna çıkmak istedik. Beykoz’dan Göksu’ya, Tarabya’dan Rumelihisarı’na İstanbul’un en güzel semtlerini edebiyatta seyreyledik.  

Beykoz’da “Eylül” Üsküdar’da “Huzur”

Edebiyat, konusu hayattan alır kuşkusuz. Ana teması duygularıyla, hayatıyla insandır. Ancak insan mekândan ayrı düşünülemediğinden, edebiyata konu olan kahramanların yaşadıkları yerler de oldukça mühimdir. Hatta bazı roman, şiir ve öyküler doğrudan anlatılan yerin adını alır. Bazılarındaysa kahramanla birlikte bir semtin sokaklarını arşınlarız. Onun dünyası üzerinden yeniden yaşadığımız şehri tanırız bazen de. O cami, çeşme ya da sokakta orayı mesken tutan kahraman düşer aklımıza bu sebeple.

Yeni Türk edebiyatında İstanbul’un izini sürmemiz çok daha kolay. Zira hepimizin zevkle okuduğu roman ve hikâyelerin birçoğunda kahramanların yüreğine İstanbul’un dalgaları vurur. Kimi kitaplardaysa bir muhitin sakinleri, delileri, yabancı ve dilencileri bir aradadır. Anlatılan şehir manzaraları o kadar farklıdır ki, birkaç İstanbul olduğunu bile düşünebiliriz bazen. Böylece her eserde yeniden kurulan bir şehirle karşılaşırız.

Eylül
Eylül

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanıyla başlıyor Boğaz yolculuğumuz. Hepimizin severek okuduğu eser, İstanbul’un kıyılarında gezinir. Ancak mehtabıyla, cami ve yalılarıyla Üsküdar’dır yazarın bizlere en çok anlattığı. Mehmet Rauf’un ‘Eylül’üne baktığımızda ise Beykoz’da soluklanırız. Rauf’un romanında tabiat tasvirinin edebiyattaki yeri doruk noktasına ulaşır. Suad’ı, Beykoz Çayırı’nda düşünceli bir halde denize bakarken görürüz sık sık. Zaten Suad, Beykoz’u izlerken kendi sonbaharını dökülen yapraklarda görür.  Recaizade Mahmut Ekrem’in başyapıtı “Araba Sevdası”ndaysa Göksu ve Küçüksu hayal dünyamızın seyrine sunulur. Bu romanların belki de en büyük ortak yönü hemen hepsinin bir dehlizli yalıda geçmesidir. Yalı sakinleri, çoğunlukla pencerelerinden eşsiz Boğaz’ı izlemenin hazzını yaşar, kimileri de lodostan şikayet eder.

Araba Sevdası
Araba Sevdası

Yolcuğumuz bu kadar kısa değil elbette. Boğaziçi’ni gezip Kanlıca’yı görmemek olur mu hiç? Bu defa bizi oraya ulaştıran Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Nur Baba”sı. Evliya Çelebi’nin dahi yoğurdunu övdüğü şirin Kanlıca’da soluklanınca sıra Sarıyer’e geliyor. Yemyeşil tepeler, kavaklar ve masmavi gökyüzü… Bizi buraya ulaştıran Refik Halit Karay’ın “İstanbul” isimli hikâyesi. Sarıyer’in o yıllardaki en güzel mekân tasvirini bu eserde okuyoruz. Nabizade Nazım’ın “Hâlâ Güzel” eseriyle de bir sonraki durağımız Bentler oluyor. Bebek, Çubuklu, Çırağan, Baltalimanı ve Beşiktaş’ı ise Salah Birsel ile gezinip kitaplarla Boğaziçi yolcuğumuzu noktalayabiliriz. 

“Çiniden Solmayacak Bahçeler Açmış”

Şiirler / Orhan Veli
Şiirler / Orhan Veli

İstanbul kıyılarının en güzel mihmandarları şüphesiz camilerdir. Neredeyse her semti simgeleyen mabetler hem gönüllere kapılarını açar hem de oraya yolu düşene mütevazı bir selam verir. Denizden gelen iyot kokusu lodosun ılık esintisiyle yüzlere çarpar bu avlularda. Her namaz vakti, eller semaya açıldığında kulaklara çalınan vapur düdüğü ve martı sesleri cemaatin manevî dünyasına ayrı bir renk katar. Bundan olsa gerek edebiyatçıların yolu da sık sık Boğaziçi’nde camilere düşer. Yeni Türk edebiyatında Boğaziçi anlatılırken uhrevî âlemlere davet eden bu güzide mekânlar karşımıza çıkar. Esasen selâtin camilerinin hayatımızdaki yeri gibidir kitaplardaki betimlemeleri. Örneğin Abdülhak Şinasi Hisar, camilerin edebiyattaki yerini teselli, rahmet ve şefkatle açıklarken, Yahya Kemal Beyatlı “çiniden solmayacak bahçeler” olarak tanımlar. Beyatlı ve Tanpınar en çok da Üsküdar’ın mabetlerini anlatır durur. Padişahlar da anne ve eşleri adına yaptırdıkları mescitler için bu muhiti seçer. Bu güzel ayrıntıyı Tanpınar, “Huzur”da şöyle anlatır: “Garip bir tesadüfle Üsküdar’ın bu dört büyük camii aşka, güzelliğe yahut hiç olmazsa annelik duygusuna ithaf edilmişti.”

Camilerin yazarların dünyasında farklı bir yeri olduğu muhakkak. Ancak edebiyatta Boğaziçi anlatılırken yalılar, çeşmeler, meydanlar, sokaklar ve duraklar da hafızalarımıza nakşedilir. Okuduklarımızla zihnimizde yeniden kurulur bu güzide şehir. Ne zaman içimizi burkan bir manzara çıksa karşımıza ona tezat bir mekân tasviri gelir aklımıza. Edebiyatın yaşattığı İstanbul, nostaljiden fazlasını sunar bizlere her daim.

Edebiyatın Baba Evi İstanbul

Gençler için Safahat’tan Seçmeler
Gençler için Safahat’tan Seçmeler

Boğaziçi yalnızca kitaplara ve şiirlere konu olmakla kalmaz. Bununla birlikte edebiyatçıların birçoğunun doğup büyüdüğü semt de Boğaz’dadır: Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Fatih’in Sarıgüzel mevkiinde dünyaya gelir. Necip Fazıl Kısakürek, Çemberlitaş’ta bir ahşap evde dünyaya gözlerini açar ve çocukluğu bu çevrede geçer. Recaizade Mahmut Ekrem, İstinye’de ömür sürer. Yazara kaybettiği oğlu Nijat’ı hatılatan semt de burasıdır. Abdülhak Hamid Tarhan, Bebek’te pembe bir yalıda dünyaya gelir.  Halide Edip Adıvar, ‘Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda Beşiktaş’ta geçen günlerinden söz eder. Ziya Osman Saba, Boğaziçi’nin birçok semtinde şiir yazar. Faruk Nafız Çamlıbel, Orhan Veli Kanık ve Ziya Osman Saba kendilerini “İstanbullu” olarak tanımlar.

Kaynak: Murat Koç, “Yeni Türk Edebiyatında Boğaziçi ve Boğaziçi Medeniyeti” Eren Yayıncılık, 2005, İstanbul.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here