Rubaiyat ile Kesişen Hayatlar…

Semerkant
Semerkant

Amin Maalouf, 1949 Lübnan doğumlu, uzun bir kariyer yolculuğu sırasında hayatının bir kısmını kitap yazmaya ayırmış bir kişiliğe sahiptir. Benim ele alacak olduğum Semerkant romanının, ilk olarak 1988’de yayımlanmasının ardından 1993 yılında dilimize kazandırıldığı bilinmektedir. Benim edinmiş olduğum kitap 101. baskısı olmakla birlikte, aslında epey tercih edilen popüler bir kitap olduğunu da gösteriyor.

“Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant’ın üzerinde!
Değil mi ki o yeryüzüne ecesi?
Alıp tüm diğer kentlerin yazgı iplerini ellerine,
Çıkmamış mı hepsinin üstüne o mağrur?” (E. Allan Poe, s. 9)

İki bölümden oluşan roman, 1072 yılında, Ömer Hayyam’ın Semerkant’a geleli pek uzun zaman olmadığı bir vakitte başlıyor. Hayyam, o zamanlar 24 yaşındaydı. Genç yaşlarda olmasına rağmen bilginliği ile dillere destan olmuştu. Buradan sonra Hayyam’ı ve Hayyam’ın dünyasını tanımaya başlıyorsunuz. İlk sayfalarda dahi, dilinin akıcılığı dolayısıyla elinizden düşürmeden okuyabileceğinizi gösteriyor. Hayyam’ın en ünlü eseri, Rubaiyat yazmasının da bu olayın neticesinde ortaya çıkacağı önbilgisi de veriliyor. Böyle yüksek heyecanla başlayan roman, Kadı Ebu Tahir ile tanıştıktan sonra genişleyerek devam ediyor. Bu tanışmanın ardından Kadı, Hayyam’a üzerinde tavus kuyruğu biçiminde oymalar bulunan, sert deriden imal edilen defteri hediye etti. Bu defter yalnızca iki yüz elli altı boş sayfadan oluşuyordu ve Kadı, Hayyam’ın mısralarını bu deftere kendisini de düşünerek yazmasını istedi. Hayyam da zaman zaman o defterin sayfalarını rubaileriyle doldurmaya başlamıştır. İşte, Hayyam’ın dünyanın en özgün eserlerinden birini kaleme almaya teşvik edilişinin hikayesi…

Ebu Tahir ile Hayyam, Semerkant’a gelen hükümdar Nasır Han’ın huzuruna çıkmışlardı. Tam da o sırada, Hayyam’ın aklı orada tanıştığı kadın şair Cihan ile meşguldü ve romanın akışı Hayyam’ın duygularıyla da doldurularak devam ediyordu. Bu süreçte Selçukluların ismi duyuluyordu. Hatta, “Selçuklular böyledir işte, dedi Hayyam, kâh dinsiz imansız çapulcular, kâh aydınlık hükümdarlar olurlar, ellerinden hem her türlü alçaklık gelir hem de her türlü soylu davranış” (s. 51) cümleleriyle de onları tanıtıyordu. Bu cümlelerden Selçukluları sevmedikleri yargısı da çıkarılabilir. Devamında Sultan Alparslan’ın ölüm haberi geldi.

“Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
Altınları, gümüşleri ile övünmeye.
Tam işleri dilediği gibi düzene girer,
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.” (s. 61)

Bunun üzerine Nâsır Han, taziyelerini bildirmek amacıyla Ebu Tahir’e bir grupla birlikte yola çıkmasını talep etti. Ömer de bu grubun içinde yer alarak onlarla yola çıkmıştır. Oraya ulaştıklarında vezir Nizamülmülk ile tanışırlar. Nizam, Hayyam’ı Isfahan’a davet etti. Bu davetin ardından Hayyam’ın sosyal ağı daha da genişlemişti ve Hasan Sabbah ile de bu yolda tanıştı. Hayyam, Isfahan’a varıp Nizam’ın huzuruna çıktığında, kendisinden sahib-i haber olması talep edilmişti. Hayyam, kendisinin bir ilim insanı olduğunu ve bu işi yapamayacağını belirterek talebi reddetmiştir. Kendisi yerine Hasan Sabbah’ı bu iş için tavsiye etmişti. Ancak Hasan Sabbah bu görevini kötüye kullanması ve Nizam ile Melikşah arasına nifak tohumları ekmek için kullanıyordu. Görevini kötüye kullandığı anlaşıldığında, Melikşah Sabbah’ı idam ile cezalandırmak istese de, Hayyam’ın Sultan’a ricası neticesinde sürgün ile bölgeden uzaklaştırıldığı ifade edilir. Hasan Sabbah Selçukluların elinden kurtulur kurtulmaz intikamını alacaktı… İnsanlık o güne dek böylesini ne işitmiş ne de görmüştü: Haşşaşiyun/Assassins Tarikatı. (s. 116)

Sabbah, Alamut Kalesi’ni satın alarak burayı kendisine üs yapmıştı. Bu sırada Nizam ile saray arasında da çatışmalar yaşanıyordu. Hasan Sabbah bu tarikat ile Nizam ve Melikşah’tan intikam almayı amaçlıyordu. Nitekim intikam ağacı meyvesini verdi de. Bu karışıklık içerisinde Hayyam, Merv’e doğru yola koyulmuştu. Bu süreçte Rubaiyat’ı da yazmaya devam ediyordu. Sonrasında Hasan Sabbah, ona Alamut’ta her türlü ilmi desteği vereceğini vaat ederek ona ebedi davet haberi göndermişti. Hayyam bu daveti cevapsız bıraksa da, Hayyam’ın el yazması bir süre sonra Sabbah’ın adamları tarafından kaçırılmıştı. “Yazman senden önce Alamut’un yolunu tuttu bile.” (s. 160)

Sabbah, bu yazmayı uzun yıllar boyunca kalede iyi bir şekilde muhafaza etmişti. Ta ki biri merakla onun peşine düşene değin… Kitabın ikinci bölümünde ise, Ömer Hayyam’a hayranlık duyan Benjamin O. Lesage eserin akıbetini merak ederek onu bulmak için işe koyulmuştur. Benjamin yazmaya ulaşmak maksadıyla İran’a vardığında Hayyam’ın yazmasının Şirin’de olduğu bilgisini alır. Sonunda hayallerindeki o yazmayı elde etmişti ve bu kısımda ise tıpkı Hayyam ile Cihan arasında bulunan aşk hikayesi gibi Benjamin ile Şirin’in hikayesine yer verilmiştir. Benjamin’in trajik hikayesi de Hayyam’ın hikayesi ile bağlanmış, çerçevelenmiş oluyordu…

Roman, akıcı olması dolayısıyla okurken gerçekten keyif verdi. Sizi iki farklı dünyada benzer hisler için yolculuğa çıkarıyor. Tarihi gerçeklikler konusunda yüksek beklentileri olan okurlara gelindiğinde, bunun bir tarih kitabı olmadığını hatırlatmak isterim.

Münevver Adıgüzel

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here