Eleştiri: Gerçekliğin Sınırında

Fransız Edebiyatı’nın bir zamanlar en çok tartışılan kitaplarından biri, Henri Charriere’nin on üç yıl süren firar öyküsünü anlattığı Kelebektir. Henri Charriere masum olduğunu savunduğu, Paris’te işlenen bir cinayet nedeniyle Fransız Guyanası’nda müebbet kürek cezasına çarptırılmıştı. Tüm deliller aleyhine olsa da o, suçsuz olduğu konusunda ısrarcıydı. Hukukun adalet demek olmadığını anlamış, modern yargılama anlayışındaki tutarsızlıklar karşısında teslim olmak yerine eyleme geçmişti.

Firar edebiyatı gerek deneyimlenmiş gerçekliği aktarması gerek anti bakış açısı ve içerdiği yüksek dozda aksiyon nedeniyle her zaman ilgi görmüştür. Fakat her firar öyküsünün edebiyatta bir yer edinmesi için bunlar tek başına yeterli sebepler değildir. Kanuna aykırı eylemlerin okur gözünde tolere edilmesi ve hikâyeyi özümsemesi için anlatıcının mahirliği ve değer yargıları önemlidir. Çünkü kaçış öncesi ve sonrası yaşadıklarını, o gergin, heyecanlı durumu, onu zorlayan koşulları ve samimiyetini okurun zihnine doğrudan işleyebilme yeteneği ancak iyi anlatıcılara mahsustur.

Henry Charriere tam olarak böyle biriydi. Cesaretinin, uçarı ve renkli kişiliğinin yanı sıra çok iyi bir anlatıcı olması, hikâyesini milyonlara ulaştırdı. Kelebek ’in kanatlanışını yayıncısı şöyle anlatıyor:

“1967 yılının Temmuz ayında Charriere Caracas’daki Fransız kitaplığına uğrayıp Albertine Sarrazin ‘in Astragale adlı kitabını satın aldı. Kitabın üzerine geçirilen kuşakta ‘123 bin adet’ yazılıydı. Charriere bunu okudu ve kendi kendine: ‘İyi be, bu yavru kırık bacağıyla zulalı yerlere gizlenip 123 bin kitap sattıysa ben, otuz yıllık serüvenlerimle üç katını satarım,’ dedi. Charriere‘inki mantıklı bir muhakemeydi ama, aynı zamanda çok tehlikeliydi. Çünkü, Albertine ‘in başarısından bu yana, yayıncıların masaları cezaevi anısından geçilmiyordu, üstelik hiçbirinin de basılma umudu yoktu. Çünkü serüvenlerin, felâketlerin, haksızlığın en aşırısı bile iyi bir kitap ortaya çıkarmaya yetmiyordu. Bir de yazmayı bilmek, okurun, yazarın gördüğünü görmesi, hissetmesi ve oradaymış gibi hissetmesi gerekti.  İşte Charriere, bu yönden talihli çıktı. O bir eylem, hayat, sıcaklık adamıydı; kurnaz bakışlı, sıcacık. Biraz hışırtılı, güneylilere özgü sesiyle saatler boyu dinlenebilirdi. Evet dinlenebilirdi, çünkü Charriere eşine rastlanmayacak kadar güzel anlatıyordu; bütün iyi hikâyeciler gibi.”

Caharriere başından geçenleri çizgili okul defterlerine yazmaya başlamış ve 68 yılı başında devamını getirmiş. İki ay içinde on üç defter doldurmuş. Yine yayıncısı Jean-Jacques Pauvert’in yazdıklarına baktığımızda, metin üzerinde hiçbir baştan yazım ve aşırı müdahale yapılmadığını anlıyoruz.

Kelebek ’te okuyucuyu çeken en önemli iki unsur gerçeğe uygunluk ve kullandığı iyi yazım dilidir.  Kürek cezası insanlık dışı ceza uygulamaları arasında görülür. Kelebek ’te bu durum hiç çarpıtılmadan anlatılmıştır. Kişi, kurum isimleri ve tarihle ilgili bazı oynamalara gidilen romanda bu durum  Charriere’in bir tarih eseri değil bir anı anlatıcısı olması ve  capcanlı bir tanıklık yaratmak istemesiyle açıklanabilir.  

Roman, toplumun sabıkalı insanlara karşı geliştirdiği bakış açısını kökünden değiştirmiş bir eser olmasıyla da bugünkü önemini korumaktadır. Yapıt, bir toplumun sabıkalılara karşı beslediği önyargıyla, uygar bir ulusa yaraşmayacak baskı yöntemleri arasındaki ölçüsüzlüğü kabul etmeyen adamın olağanüstü destanıdır.

Fransız Guyanası’ndaki Şeytan Adası’ndan kaçışı, Henri Charriere için bir varoluş hikâyesi olabilir. Okurları içinse bir azim ve kararlılık öyküsü olarak okunması mümkündür. 1968 yılında yayımlanan Kelebeki yazarın Banko adlı romanı takip etmiştir. Kalemindeki sahicilik nedeniyle bugün bile olayların gerçekliğini sorgulayanların olması, edebiyattaki realizme yepyeni bir bakış açısı sunduğunun kanıtı niteliğindedir.

Bu yazı Çiğdem Aldatmaz tarafından yazılmıştır

Okuduktan Sonra İyi Bir Konserden Çıkmış Hissine Kapılacağınız 10 Kitap

Yürürken, düşünürken, çalışırken hatta uyurken bile aklımızdan geçen bir şarkı vardır çoğu zaman. Gün içerisinde kulağımıza çalınan ya da iyi bir konserde dinlediğimiz şarkılar uzun süre peşimizden gelir. Bazı kitaplar da vardır ki okunduktan sonra esaslı şarkılar bırakır belleğimizde.

Okurken bir taraftan playlist karıştırmak isteyeceğiniz kitapları seçmeye çalıştık size. Hepsi mini bir konser tadında yüksek doz müzik içeren sahici kitaplar.

1. Noktürnler Müziğe ve Günbatımına Dair Öyküler

Eylül
Kazuo Ishiguro
YAPI KREDİ YAYINLARI

2017 Nobel Edebiyat ödülünün sahibi Kazuo Ishiguro’nun ilk öykü kitabı. Müziğe olan ilgisini bu kitapta topladığı beş öyküsüyle okuyucusuna açıyor. Hayatını müziğe adayan hassas ruhların portresini çizdiği öyküler akşamın ilk saatleriyle başlıyor ve geceye açılıyor. Çünkü geceden esinlenen ya da geceye yönelen şarkılardır ‘Noktürnler’. Mozart, Chopin gibi dev bestekârlar özel akşam toplantıları için besteliyorlardı bu küçük şarkıları.

Nobel nedeniyle dünya gündeminde olan Ishiguro’nun bu kitabına listemizin başında yer veriyoruz.

2. İmkansızın Şarkısı (Norwegian Wood)

Haruki Murakami
DOĞAN KİTAP

Müzik ve yazı yan yana getirilmek istendiğinde akla gelecek ilk isimlerden Murakami. İsmi her yıl Nobel ödülüne yakıştırılsa da bir türlü jüri heyetinin tercih etmediği Japon yazar, hemen her eserinde müziğin tılsımını hikâyelerine giydiriyor.

Murakami’nin romanlarına arka fon olarak tercih ettiği unsurdan çok daha fazlası müzik. İmkansızın Şarkısı’nın orijinal İngilizce ismi aslında bir The Beatles şarkısı olan Norwegian Wood. 37 yaşındayken bu parçayı dinleyen kahramanımızın Tokyo’da geçirdiği üniversite yıllarını hatırlamasıyla başlıyor bu aşk hikâyesi. Roman bu isimle 2010’da Japon sineması tarafından filme de uyarlamış.

Murakami’nin kişisel sitesinde romanlarında atıf yaptığı parçaları soundtrack formatında bulmak mümkün. http://haruki-music.com/

3. Müzikal Nakışlar

Edward W. Said
AGORA KİTAPLIĞI

Dünya entelektüellerinin önde gelen isimlerinden Filistinli Edward Said’in müziğe olan tutkusunu ve bilgece yorumlarını bulacaksınız bu kitapta.

Kendisi de küçük yaşlardan itibaren piyano çalan Said, entelektüel dehasını teknik hakimiyetiyle kaynaştırarak çok özel nüanslar sunuyor. Sizi okurken biraz yormasını beklediğimiz kitap buna fazlasıyla değecektir.

4. Huzur

Ahmet Hamdi Tanpınar
DERGAH YAYINLARI

Edebiyat çevrelerinde müzikal bir roman olup olmadığı tartışılan Huzur, müzikle kurduğu paralellik göz önüne alındığında fazlasıyla bu yakıştırmanın hakkını verecek niteliktedir. Üstelik Tanpınar bu dev yapıtında kendi entelektüel mizacından beslediği bir karakter olarak Mümtaz’ı salt bir müzik türü üzerinde bırakmamıştır.

Mümtaz yeri geldiğinde Neyzen Aziz Dede’nin ya da Dede Efendi’nin Ferahfeza’sıyla hemhal olur, bir başka yerde İstanbul sokaklarında dolaşırken çocukların söylediği “Aç kapıyı bezirgânbaşı” türküsüne dalar. Ayrıca Huzur alaturka armonisinin yanı sıra Beethoven, Mozart ve Wagner’den seçkilerle dolu batı klasiklerine yer veren sentez bir romandır. Tanpınar Merkezi‘nin sitesinde hazırlanmış bir Huzur play-listi bulabilirsiniz.

5. Ben Sana Mecburum

Attila İlhan
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

“fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor”

Attila İlhan belki de şiirleri en çok bestelenen şairlerimizden biri. Vedat Sakman, Kazım Koyuncu, Ahmet Kaya, Ergüder Yoldaş gibi sanatçılar onun şiirlerine yakışır besteler bıraktılar arkalarında. Bu yüzdendir her Attila İlhan şiiri duyuşumuzda melodik bir sarmala girişimiz.

Ben Sana Mecburum, Sultan-ı Yegah, Ayrılık Sevdaya Dahil, Mahur Beste gibi şarkılaşmış şiirlerle dolu bu kitaba dalarken müzikal tınılar duyacaksınız.

6. Bakmak Dinlemek Okumak

Claude Levi-Strauss
YAPI KREDİ YAYINLARI

Dünya çapında üne sahip bir antropolog Lévi-Strauss. Ama bu yaşadığı Paris’te sıradan bir insan gibi belediye otobüsü kullanmasını değiştirmiyor. Şair Ömer Erdem, “Bir antropolog, bir filozof ancak böylesi bir şairanelik içinde kaldıkça diri tutabilirdi zihnini.” diyor hayranı olduğu Strauss için.

“Müziğin sözcükleri yoktur.” diyen Strauss, sözcükleriyle bunu kanıtlamaya çalışmak gibi zor bir işe girişiyor. Kitabın ‘Söz ve Müzik’ başlığını verdiği bölümde müziğin, onun gibi bir filozofun ruhundaki titreşimlerini okumanın heyecan verici olduğunu belirtmemiz lazım. Fransız besteci Jean-Philippe Rameau’dan uzunca bahsettiği ‘Rameau’yu Dinlemek’ bölümünde ise, hayat pratiklerinden örneklerle bir müzisyeni okur gibi dinlemenin enfes tarifini bulacaksınız.

8. Tanburi Cemil’in Hayatı

Mes’ud Cemil
KUBBEALTI NEŞRİYAT

“Zihnim şimdi bu devirden çok uzakta
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta”

Yahya Kemal’in “İstanbul’un en özlü sesi” dediği Cemil Bey, 30 yaşına kadar tanbur, sonrasında klasik kemençeyle yaşayarak muazzam eserlere imza atmıştır. Oğlu ve aynı zamanda talebesi Mesut Cemil beyin tanbur icrasını dinledikten sonra ise “şimdi, seni dinledikten sonra, bir daha tanbūru elime almayacağım” diyerek hayranlığını bildirmiştir. İşte oğlu Mesut Cemil’in hatıraları ve anlatımıyla Tanburi Cemil Bey’in musiki dünyasına davet ediyoruz sizi.

8. Mozart ve Deyyuslar

Anthony Burgess
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

30 yaşına kadar müzisyen olma hayali kuran, 35 yaşında akademisyenliğe başlayan, 41 yaşında beynindeki tümör nedeniyle bir sene ömrü kaldığını öğrenip o bir sene içinde beş roman yazan bir deha Burgess.

Onun eğlenceli kaleminden müziğin dehası Mozart’ın hayatını okumak için fazla beklemeyin. Cennette buluşan ölü bestekârların konuşturulduğu tiyatral bir üslupla içinde ukde kalan müzik adamlığının özlemini gideriyor. Klasik batı müziğinden hoşlanıyorsanız, Burgess’in edebiyat dokunuşuyla anlamını bütünleyen bu özgün formunu daha çok seveceksiniz.

9. Müzikli Geziler

Filiz Ali
YAPI KREDİ YAYINLARI

Zaman zaman başka ülkelere yolumuz düşüyor. Bazen turistik caddelerde yürürken, bazen akşam yemeği sonrası merakla biletini aldığımız konserler, müzik dinletileri kolay kolay unutulmaz. Çıktığımız seyahatin bize hediye ettiği bir müzik kutusu gibi çınlar durur kulağımızda ömür boyu. Oturup yazmış olsaydık bir kenara o anki duygularımızı ne hoş hatıralar kalırdı elimizde.

Eğer böyle hayıflananlardansanız, bunu ihmal etmeyip katıldığı gezilerde deneyimlediği müzik performanslarını yazılaştıran bir rehberiniz var bu kitapta. Babası Sabahattin Ali’yle hatıralarıyla daha çok gündeme gelse de Filiz Ali, entelektüelliğinin izlerini babasından bağımsız olarak bulabileceğiniz kitaplarından biri Müzikli Geziler. Üstelik sizi biraz eskiye, 80’li ve 90’lı yılların verimli Avrupa sanatı ortamına götürecek.

10. Bakir İntiharlar

Jeffrey Eugenides
DOMİNGO YAYINEVİ

Hayatlarında her şey normal gidiyormuş gibi görünen beş genç kız kardeşin bir yıl içerisinde sırayla intihar edişiyle başlayan tuhaf bir hikaye içeriyor bu roman.

Pulitzer’li yazar Jeffrey Eugenides’in otuz dört dile çevrilen ve Sofia Coppola tarafından beyaz perdeye aktarılan Bakir İntiharlar (The Virgin Suicides), içinden 70′ler ruhu taşan bir playlist barındırıyor.

Bu içerik Selçuk Uzman tarafından hazırlanmıştır.

Sonbaharın Sarımtırak Renklerini İçinde Saklayan Türk ve Dünya Edebiyatı’ndan 15 Kitap

Yazın hararetli günlerinden çıkılıp, takvimler eylüle döndüğü zaman yeni bir senenin başladığı anlaşılır. Okullar açılır, tatillerden dönülür, iş başı yapılır, ceketler çıkarılır, şemsiyeler hatırlanır derken; işte gelmiştir sonbahar. Koşuşturmaca kaldığı yerden devam eder. Gitgide hızlanan şehir sarmalında bunalan zihinlerimiz bir teneffüs aramaya başlar. Tabiat sonbaharın renkleriyle sararmışken, insanın içine düştüğü mecburiyetleri hafifletir kitaplar.

İşinizi biraz kolaylaştırmak istedik. Türk ve Dünya Edebiyatından seçtiğimiz 15 sonbahar tadımsı kitabı bir araya getirdik.

1. Eylül

Eylül
Mehmed Rauf
KARBON KİTAPLAR

“Buna sonbahar demişler! Bu kadar güzellik ve sıcaklık verdikten sonra, Eylül’den ne beklenir? Malûm ya, Eylül hüzün ve yas ayıdır.”

Mehmed Rauf’un Eylül romanı elbette bir sonbahar okuma kılavuzu için ilk sıradadır. Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı ‘Eylül’, sonbahara sadece bir mevsim olarak değil roman karakterlerinin mizaçlarına etki eden bir unsur olarak yer verir.

“Böylece Ekim ayı, kendisi için hayatında bilmediği, tanımadığı bir mutluluk dönemi oldu. Bu ay sabahları sisler, sisleri yırtan canavar iniltileriyle vapurlar, baharı andırır gibiyken birden bütün mevsimlerin renkleriyle can çekişip sonunda siyah bir kış akşamıyla bunalan günlerle, kendisi için ölünceye kadar anısına işlenmiş kalacak bir sonbahar ayı oldu.”

 2. Kendi Gök Kubbemiz

Yahya Kemal Beyatlı
İSTANBUL FETİH CEMİYETİ YAYINLARI

Yahya Kemal’siz İstanbul tasavvuru ne kadar da eksik kalırdı. Paris dönüşünde sımsıkı sarıldığı İstanbul’un semtlerinin hemen her birini o güzel Türkçesiyle anıp süsledi. Sevgilisine kur yapar gibi iltifatlarla geçti önlerinden. Değişen mevsimlerin akislerini izleyip şiirine dökmekten haz duydu. Bu yüzden günler her kısaldığında “Kanlıca’nın İhtiyarları”, takvimler güze döndüğünde “Hazan Bahçeleri” şiiri aklımıza gelir.

Sonbaharı şiirsel belleğimizde tazelemek için ‘Kendi Gök Kubbemiz’ şiir kitabı önerimiz.

3. Yahya Kemal’den Bugüne İstanbul

Sadettin Ökten
ÖTÜKEN NEŞRİYAT

Yahya Kemal’in günümüzdeki en önemli takipçilerinden biri Sadettin Ökten’dir. Onun şiirlerini birer İstanbul mirası gibi görmüş ve şehrin değişen çehresine bakıp yeniden yorumlamıştır.

Ökten’in bu değerli çalışmasının özellikle “Atik Valide’de Mevsim” başlığının altında verimli bir İstanbul sonbaharına dair önermeler bulabilirsiniz.

“Çünkü sonbahar mevsimler içerisinde dünyadan ahirete geçişi, varlıktan yokluğa intikali yaşayan ve hatırlatan mevsimdir. Bir sonbahar günü ikindi sonrasında yapılan Atik Valide ziyareti ışık, sıcaklık ve rüzgar gibi çevre şartlarını da dikkate aldığınızda çok verimli ve feyizli geçer.”

4. İstanbul’da Yaşama Sanatı

Prof. Dr. A. Haluk Dursun
TİMAŞ YAYINLARI

Haluk Dursun İstanbul’un ince sürprizlerle dolu zenginliğinin farkındalığını oluşturmak ister anlatılarında. Sıradan, renksiz bir İstanbul yaşamını reddederek İstanbul’da yaşamanın bir sorumluluğu olduğuna dikkat çeker. Gezdiği her semti, muhtemelen ilk defa ondan duyacağınız bir özelliğiyle birlikte okuyucusuna pozitif enerjisini katarak anlatır. İstanbul’da Yaşama Sanatı özellikle “İkinci teşrin düşünceleri” bölümünde ‘Sonbaharda İstanbul’un nesini görmeli?’ diyen okura pratik tavsiyeler veriyor.

“Mesela büyük bir sabırla bütün çiçeklerin tek tek açmasını bekleyen kasımpatı artık en son yediveren gülleri de savmaya başlayınca arz-ı endam ediyor. Genellikle sarı tonları hakim olmakla beraber beyazın sarıyla kaynaşmasından ne güzel armoniler çıkarıyor.”

5. Boğaziçi Yalıları

Abdülhak Şinasi Hisar
YAPI KREDİ YAYINLARI

İstanbul’da Sonbahar denince mevsimin akislerini ilkin Boğaziçi’nde arar şehrin tutkunları. İstanbul’a Boğaziçi Medeniyeti adını veren Sezai Karakoç olmuştur ancak bu medeniyetin usulünü, şeklini, ahengini, seslerini bize en detaylı anlatan Abdülhak Şinasi Hisar’dır.

Boğaziçi’nin leb-i derya yalılarını ve etraflarında şekillenen mevsim perçemlerini kitabın “Boğaziçi’nde Mevsimler” bölümünde işleyen Hisar,  “Nihayet yazın bütün sıcakları eriyerek sonbaharın serin rutubetli ve bir ayrılış acısı duymaya başladığından içli günleri gelir.” diyerek sonbaharı karşılar.

Ve bir serenat tadında cümlelerle Eylül ayıyla birlikte Boğaziçi’nin semtlerini saran bu mevsime övgüler sunar: “İhtimal ki hiçbir şey eylül sonlarının bu yumuşak ve ancak bazı tecrübeli kadın gözlerine ve yüzlerine benzetilecek munis günlerine benzetilecek gönlümüze döktüğü şefkat ve şiir tadına erişemez.”

6. Huzur

Ahmet Hamdi Tanpınar 
DERGAH YAYINLARI

Huzur kitabı başlı başına bir İstanbul romanı olduğu kadar, ona mistik bir kapı aralaması yönüyle bir çeşit ‘İstanbul Ayini’ de denilebilir. Huzur’u okumadan önce ve okuduktan sonraki İstanbul diye ikiye bölünmek zorunda kalır zaman. Her mevsimin Huzur’da izlerini buluruz ama Tanpınar’ın okurunu çağırdığı bu düşsel yolculuğa en fazla eşlik eden mevsimse sonbahardır.

 “-İstanbul’un en güzel günlerini yaşıyoruz… Bu sonbahar emsalsiz oluyor. Nuran’a döndü. Mümtaz’a bakmayın, o sonbaharda kış yağmurunu düşünerek üzülür… Bilir misiniz bütün bunlara sebep nedir?”

Gelin kendinize bir iyilik yapın ve sonbaharın tam ortasında olduğumuz şu günlerde Huzur’u okuma listenize ekleyin.

“Sonbahar büyük ve altın bir meyve gibi bütün olgunluğuyla gözlerinin önündeydi. Onu bütün hassalarıyla tadıyor, zamansız zamana, hafızaya mal etmek istiyordu.”

7. Araba Sevdası

Recaizade Mahmut Ekrem 
KARBON KİTAPLAR

İlkbahar gibi Sonbahar da biraz eğlencedir. Edebiyatımızın ilk realist romanı sayılan Araba Sevdası devrin özenti içindeki alafranga tipleriyle eğlenirken dönem İstanbul’unun sonbaharını teneffüs ettirir.

Üstelik bizi sık sık Çamlıca’nın bozulmamış eski bahçelerine götürür.

“Bihruz Bey maşuka-i fâniyenin hayal-i hazinini [ölen sevgilinin hazin hayalini] her saat, her dakika başka bir şekl-i can-aşûb [gönlü karıştıran şekil], başka bir vaz-ı ruh-perver [ruhu canlandırıcı biçim] ile kendisine arz eden [gösteren] sonbahar manzaralarını Küçük Çamlıca’da terk edip de İstanbul’a nakletmek istemiyordu.”

8. Yaprak Dökümü

Reşat Nuri Güntekin  
İNKILAP KİTABEVİ

Dizisi yapılana dek Çalıkuşu’nun gölgesinde kalmış bir romandı Yaprak Dökümü. Aslında ismini duymak bile sonbaharı çağrıştırıyordu. Ali Rıza Bey ve ailesinin üzerine esen sert rüzgârlara karşı değerlerine nasıl tutunmaya çalıştıklarını sonbaharın içinden seyrediyorsunuz.

“Emniyet Sandığı’ndan para alındığının tam on birinci akşamı idi. Elde bu paradan bir lira kalmamıştı. Öğleden sonra başlayan bir sonbahar yağmuru gece yarısına doğru şiddetlenmiş, evin damı birkaç yerinden akmaya başlamıştı.”

Yaprak Dökümü, gecelerin uzamaya başladığı bu günlerde sıkılmadan keyifle okuyabileceğiniz bir klasik.

9. Güz Sancısı

Yılmaz Karakoyunlu
DOĞAN KİTAP

Sonbahar hep güzel hatıraları taşımaz koynunda. Kavuşmaktan daha çok ayrılık düşürmüştür takvimlere. 6-7 Eylül olayları ve sonrasında yaşanan gelişmeler kökleri yüzlerce yıldır İstanbul’da bağlı duran Gayrimüslim ailelerin göçlerine sebep olmuştur.

Yılmaz Karakoyunlu azınlık hikâyelerine çalışan iyi bir romancı. Salkım Hanım’ın Tanelerinde Kars kışının dondurucu soğuğunu romanında arka fon olarak kullanan yazar, Güz Sancısı’nda ise belki de İstanbul’un en sancılı sonbaharında yaşananları hikâyesine katıyor.

10. Sonbahar Yaprakları

Erhan Bener
REMZİ KİTABEVİ

Toplu taşıma araçlarının camından sonbaharın sarımtırak renklerini izleyerek ilerlerken bu çileli uzun yolculuklarda size eşlik edecek sohbet tadında bir kitap Sonbahar Yaprakları.

Usta yazar Erhan Bener, hafif, kıvrak ve neşeli bir üslupla kaleme aldığı bu ‘metinler ve denemeler’de, insan çeşitlemeleri, aşk oyunları, edebiyat, sinema, tıp, çevre, teknoloji gibi birçok konu ile hayatın ‘küçük ayrıntıları’ üzerine görüşlerini, okurlarıyla paylaşıyor.

11. Genç Werther’in Acıları

Johann Wolfgang Goethe
KARBON KİTAPLAR

Ruhsal çöküntülerinden tabiata sığınan aydın bir delikanlıdır Werther. Acılarını güncesinde biriktiren bu genç aşık Lotte’sine duyduğu büyük sevgisiyle, düş kırıklıklarıyla, acılarıyla dünyadan çekip gitmeden önce yüzleşmek istemektedir.

Genç Werther’in Acıları sadece sonbaharın değil diğer mevsimlerin de hüznünü içermektedir.

12. Madam Bovary

Gustave Flaubert
CAN YAYINLARI

Fransız edebiyatında gerçekçiliğin babası olarak kabul edilen Flaubert’in en çok okunan eseri. Can Yayınlarının mini boy ebadında hazırladığı rahmetli Tahsin Yücel çevirisini sonbaharın trafikli İstanbul yolculuklarında okumanızı tavsiye ediyoruz.

“Ama işte günler akşam oldu, kış geçip bahar geldi, yaz gidip sonbahar oldu, parça parça, sanki çöp çöp aktı bitti; kederim de geçti, gitti, daha doğrusu dibe indi; çünkü ne de olsa bir şeyler kalıyor, nasıl söyleyeyim… Sanki insanın yüreğinin üstüne bir taş oturuyor!”

13. Dünyayı Sarsan On Gün

John Reed
YORDAM KİTAP

100 yıl öncesinin sonbaharına götürecek bu kitap sizi. Gazeteci John Reed’in Sovyet Ekim Devrimini bütün detaylarıyla anlattığı dünya çapında ün kazanmış bir başucu yapıtı.

Rusya’da Jülyen takvimine göre Ekim, miladi takvime göre Kasım ayına denk gelen devrim günlerini anlatıyor. Rusya’nın kışa çalan sonbahar günlerinde Lenin’in peşinden yürüyen Bolşeviklerin hikâyesi.

14. Göçebe

Knut Hamsun
TİMAŞ YAYINLARI

1920 Nobel Ödüllü Norveçli yazar Knut Hamsun’dan üç bölümlük klasik bir roman. Birinci bölüm “Sonbaharın Yıldızları Altında” ise ileri derecede sonbahar hüznü içeriyor. Timaş Yayınları’nın Behçet Necatigil çevirisiyle yayınladığı kitap içinde bulunduğumuz mevsimin geceleri için iyi bir arkadaş.

Necatigil’in ifadesiyle, “şehrin gürültü ve uygarlığından kaçarak tabiatın bağrında, yıldızların altında ruhuna sükûn ve şifa arayan, kanının çağıltısını kırların soluğunda yatıştırmak isteyen şair ruhlu birinin” hikâyesi.

15. Kuruntular Kitabı

Pablo Neruda
CAN YAYINLARI

Gabriel Garcia Marquez, Neruda için: “Bütün dillerde 20. yüzyılın en büyük şairi.” diyor. Mevsimleri ve insanda uyandırdıklarını bir şairden daha esaslı size kim anlatabilir?

“Saat yedi buçuktu sonbahardı

ve bekliyordum birini

önemli değil kim olduğu.”

Neruda’nın en kişisel eseri sayılan “Kuruntular Kitabı” şiirimsi bir sonbahar özleyenlere önerimizdir.

Bu içerik Selçuk Uzman tarafından hazırlanmıştır.

Eleştiri: Yanı Başımızdaki Dünya: Huzursuzluk

Zülfü Livaneli romanları kendi okuyucusunu yaratmasının yanı sıra onları 21. Yüzyılın göz önünde ama gözden uzak hikâyelerine taşıması yönüyle de önem taşıyor. Geçmişi aklıselimle değerlendirmek ya da geleceğe dair isabetli saptamalarda bulunmak hepimiz için muhtemel fikir eylemleridir. Fakat bugünü anlamak ve onu geçmiş ve gelecekle birlikte işleyip özümsemek, bilgi kirliliği ve dezenformasyon ortamında zaman zaman güçleşir. İşte bu noktada çağın hikâye anlatıcıları, söz ustaları devreye girer. Zülfü Livaneli toplumsal birikimini bu noktada öyle isabetli kullanır ki romanlarını okurken belleğinizde bambaşka bir pencere açılır.

Usta yazar son romanı Huzursuzluk ’ta Ortadoğu’nun kanayan yarasını yaşamlarımıza yaklaştırıyor. Yüzyılın serencamı, karşısında çaresiz kaldığımız acılar ve güncel bir tanıklık Huzursuzlukta bizlere Meleknaz’ın içler acısı hikâyesiyle ulaşıyor.

Roman, bir gazetecinin Mardin’de çocukluk arkadaşının ölümünü araştırmasıyla başlıyor. Mardin’den Amerika’ya uzanan bu gizemli hikâyenin içinde hem oradaki toplumsallığa tanık oluyor hem de dinler tarihinde zihni besleyen bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bunda elbette Zülfü Livaneli’nin yazarlık ve gazetecilik deneyiminin ve bunca yıllık birikiminin katkısı büyük.  

Huzursuzluk varoluşun temel taşını oluşturan kavramlardan biri. Bireysel olarak insan doğasını harekete geçiren bu duygu roman boyunca toplumsal bir kavrama dönüşüyor ve romanın insanı derdine ortak eden olay örgüsü böylece kuruluyor.

Zülfü Livaneli bu kez farklı bir üslup deneyimlemiş. Genellikle romanlarda kullanılan, her şeyi bilip okura aktaran Tanrı-anlatıcı yerine olaylar, tanıklarına sorularak, onların dilinden öğreniliyor ve böylece gerçek parça parça birleştirilerek bütünleştiriliyor. Belki de bu tanıklık deneyi sayesinde Huzursuzluk ’un hikâyesi okurun kafasında sarsılmaz bir yer ediniyor. Romanın alametifarikası okurun zihninde kayıp giden pürüzsüz akışında; sarih, lekesiz ve biricik bir anlatımla okura ulaşmasında yatıyor.

Kitabın girişindeki alıntı, sizi derinden sarsacak sarsıcı olayların habercisi niteliğinde. Metin boyunca okurun his dünyasına nokta atışı yapan altı çizilesi alıntılarla Livaneli, bizi sevda ile acının, savaş ile mücadelenin, dünün kadim bilgisiyle bugünün birleştiği yerçekimsiz bir dünyaya götürürken, Doğu ile Batı arasındaki dengeyi ve aydın sorumluluğunu da sorguluyor.

Romanın kişide okuma isteğini perçinleyen bir diğer özelliği ise, bölüm başlıklarıyla öykünün gidişatı arasında kurulan uyumlu yakınlık. Karakterlerin tanıklıklarıyla ilerleyen romanda aradan çekilen yazar, bizi zihnimizden asla izi silinmeyecek bir gerçeklik duygusuyla ve karakterlere karşı gelişen önlenemez bir yakınlık duygusuyla baş başa bırakıyor.

Huzursuzluk ’ta ancak yaşayanın anlayacağı toplumsal yaralardan söz açıyor Livaneli. Zira bu kadim toprakların yazgısı ona uzaktan bakanın anlayamayacağı, içine girmeden, kokusunu, derdini, çığlığını birebir hissetmeden yakınlık kuramayacağı türden. Fakat bunu yaparken metinle mesafesini öyle iyi kuruyor ki ajitasyona, sulu zırtlak bir iğdiş edilmişliğe yer bırakmıyor. Satırları takip ederken karakterlerin yaşadığı acıya ortak olma, onları anlama, kederlerini tahmin etme çabasına giriyorsunuz ki bir romanın her çağda önemli bir misyonu böylece yerine gelmiş oluyor. Yapaylıktan, yazarın karakterlerle, karakterlerin metinle, metnin okuruyla arasında örülmüş duvarlardan eser olmayan tertemiz, duru, yalın ve yakın bir roman Huzursuzluk.

Yer yer, coğrafyaya dair meseller, dizeler ve sözlü tarih alıntılarıyla canlanan Huzursuzluk, kitap bittiğinde okuyanı, acının mesafesiyle ilgili düşünmeye de sevk ediyor.

Yine kitaptan bir alıntıyla bitirelim:

“Beni alıp tekrar karnına soksan bile koruyamazsın anne!” 

Bu yazı Çiğdem Aldatmaz tarafından yazılmıştır.

 

Sakıp Sabancı Müzesi’nin Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’nu gördünüz mü?

Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu, İstanbul Emirgan’da bulunan Sakıp Sabancı Müzesi’nin kalıcı sergisi ile ziyaretçilerle buluşuyor. Bu koleksiyon, Sakıp Sabancı’nın Sultan II. Mahmud’un yazmış olduğu bir levhayı almasıyla şekillenmeye başladı ve daha sonra satın alınan özel koleksiyonlar ile büyümeye devam etti.

Emirgan’da bulunan Atlı Köşk’ün üst katlarındaki odaların ev sahipliği yaptığı Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’nda, sanatlı elyazması Kuran-ı Kerim nüshaları, dua kitapları, Osmanlı hattatlarının ayet, hadis ve güzel sözleri farklı hat karakterleriyle yazdıkları kıt’a, murakkaa ve levha halindeki hüsnühatları, tuğralı ferman ve beratların da bulunduğu resmi belgelerin yanı sıra hattatların yazı araçları da sergileniyor.

Müze’nin koleksiyonundan seçilmiş bazı eserler Müzenin dijital koleksiyonundan 7 gün 24 saat görülebiliyor. Müze, tüm koleksiyonu görmek isteyen ziyaretçilerini ise Salı, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar günleri 10.00-18.00 arasında, Çarşamba günleri ise 10.00-20.00 arasında ağırlıyor.
Görseller

Eleştiri: Kumların Büyük Sessizliği

Kumların Kadını romanıyla ülkesinde büyük ses getiren yazar Kobo Abe Türkçe okurlarıyla buluştu. Yazar için varoluşçu edebiyatın mirasını günümüze başarıyla taşıdığı yönünde övgüler var. Japonların Kafka’sı olarak nitelenen Kobo Abe, okura bir kaçış öyküsü eşliğinde insanın toplum içinde yaşadığı sıkışmayı son derece yerinde metaforlarla aktarıyor.

Böcekler hakkında araştırma yapan kahramanımız nadir bulunan bir böcek türünü incelemek için yıllık izninin üç gününü geçirmek üzere, tuhaf bir kasabaya gelir. Kasabaya ayak basar basmaz onu karşılayan karamsar ve esrarengiz hava kendisini kurbanı olacağı olaylara sürükleyecektir. Kum fırtınasına teslim olmuş esaretin, köyü ziyaret eden yabancıları da içine kattığını anlayan romanın başkişisi için, her şey çok mu geçtir? Bu sorunun cevabını yazar bize erotik bir esaret ve her şeyi göze alan bir varoluş mücadelesi ile, klostrofobik bir atmosferde anlatıyor. Yazar bu atmosferi örmekte öyle mahir ki karakterin kurtuluş çabası bir anda sizin kişisel kurtuluş çabanız haline dönüşebilir.

Kumların Kadını, David Mitchell tarafından, “Elinizdeki kitap Kobo Abe’nin düşsel başyapıtı”, Time tarafından, “Akıllardan çıkmayacak Kafkaesk bir karabasan” ve  The New York Times tarafından “Abe, şaşmaz bir kesinlikle kahramanının sürekli değişen fiziksel, duygusal ve psikolojik durumlarını aktarıyor”  şeklinde yorumlanırken, Saturday Rewiew tarafındansa, “Okurlar Kobo Abe‘de Kafka’nın ve Beckett‘in insan ruhunun sıkışmasını anlatmaktaki ustalıklarını sezecekler” şeklinde övgüler almış.

Yazar, 1962’de Japonya’nın en saygın edebiyat ödüllerinden Yomiuru Ödülü’nü, romandan aynı adla uyarlanan film de 1964’te Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.

Kitapta kuma hem bulaşıcı hem de sonsuzluğu kapsayıcı bir sıkıntıdan arınma çabasının işareti olarak metaforik bir anlam yüklenmiş. Şüphesiz, kum yaşam için elverişli bir madde değil ama taşıdığı durağanlık varlık için elzem mi?  Yaşamlarımıza da yansıyan bu tiksindirici rekabeti başlatan da sabit kalmaktaki ısrarımız değil mi? Sabit kalmayı bırakıversek rekabet de ortadan kalkacak belki. Ama bu büyük bir savaş. Herkesin etrafındaki, kafasındaki ve içindeki toplumla, birey olarak verdiği mücadele, onun bizi alt etmesiyle, pes ettirme çabasıyla şekilleniyor.

Kitapta sorgulanan bir başka varoluşçu sorun ise, aşkın bizi ne kadar dibe çekebildiği üzerine. Bir başka sorgulama ise teslim olmakla direnmek arasındaki netameli yolu irdeliyor.

Japon edebiyatının bu özgün eseri yer yer coşku ve gerilim eşliğinde bilinmeyenin çekiciliğine kapılan okuyucuya kumdan tuhaf bir dünyanın kapısını aralarken, cesaretin sorgulandığı, karanlığa çıkılmış bir yolculukta biletin yalnızca gidiş olabileceğini anımsatıyor.

Kumların Kadını’nı unutmayacağınız eserler listenize not edeceksiniz.

Bu yazı Çiğdem Aldatmaz tarafından yazılmıştır.

Metro Kütüphanesi ile seyahatleriniz ilham dolu!

The New York Halk Kütüphanesi, Brooklyn Halk Kütüphanesi ve Queens Kütüphanesi, New York Büyükşehir Ulaşım işbirliği ile bir çok pasaj, kitap ve kısa öykü dijital hale getirdi.

Duraklarda ücretsiz olarak sağlanan kablosuz internet sayesinde yolculukları eğlenceli hale getiren proje kapsamında bir vagon, New York Halk Kütüphanesi’ndeki Rose Main Okuma Odası gibi tasarlandı. Ayrıca, Metro Kütüphanesi projesi kapsamında bir de ödüllü fotoğraf yarışması düzenleniyor.

Daha detaylı bilgi için New York Halk Kütüphanesi’nin websitesini ziyaret edebilirsiniz.

Kitaplarla ilgili Geleneksel Meslekler-3: Müzehhib

Tezhip kelimesinin Arapça’da altın demek olan zeheb kelimesinden türetilmiştir ve Türkçe’ye ‘altınlamak’ olarak çevrilebilir. Ancak tezhip sanatındaki bezemeler, yalnızca altın değil toprak boyalarla da yapılabilir. Tezhip yapan sanatçıya müzehhib; tezhiplenmiş yapıta da müzehheb adı verilir.

Kuran-ı Kerim Nesih ve rıka hat, Yahya b. Osman (ö. 1756), Belde-i Kostantiniyye, 1157/1744-45 Müzehhibi: Mustafa, SSM 100-0258 Görsel: Sakıp Sabancı Müzesi

Arap zamkı ya da süzme balla ezilen altın  ya da uzun yıllar parlaklığını kaybetmeyen toprak boyalar, Akik, Süleymaniye ya da Yeşim taşından zermühreler aracılığı ile kağıtla buluşuyor, hat  sanatı bezenerek daha renkli hale geliyor.

Kuran-ı Kerim Hurde talik hat, Mustafa İzzet (ö. 1876) 1253/1837
Müzehhibi: Hasan, Tezhip tarihi: 1256/1840-41, SSM 100-0281
Görsel: Sakıp Sabancı Müzesi

Hat sanatı ile beraber gelişen tezhip sanatının tarihi Orta Asya Uygurlarına kadar dayandırılmaktadır. Osmanlı döneminde saraya bağlı nakkaşhaneler kurularak tezhip sanatı, ferman, berat gibi resmi evrakların bezemesinde de kullanılmış ve Kanuni Sultan Süleyman Devri’nde (1520-1566) en parlak dönemini yaşamıştır.

 

Kitaplarla ilgili Geleneksel Meslekler-2: Hattat

Matbaanın icadından önce kitaplar, kamış kalem, kalemtıraş, makta, divit, kalemdan, kubur, hokka, mıstar gibi pek çok çeşitli yazı araçları kullanılarak elle yazılırdı.

Arapça çizgi anlamına gelen ‘Hat’, Arap harflerini kullanarak güzel yazı yazma sanatını belirtir, bu sanatı icra eden sanatçıya da hattat ismi verilir. 6. yüzyıl ve 10. yüzyıl arasındaki Arap harflerindeki gelişmeler ile ortaya çıkan bu sanat, zaman içinde Arap coğrafyasından çeşitli coğrafyalara yayılır. Türklerin hat sanatına ilgi duymaya başlaması ise İslamiyet’i kabul etmeleri ile aynı tarihlere denk gelir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda hat sanatı sarayın himayesinde gelişmiştir. Edirne Sarayı ve Topkapı Sarayı’nın teşkilatlarında yer alan Kâtipler Bölüğü, sarayın ihtiyaçlarına yönelik hat sanatı icra eden hattatlara ev sahipliği yapmıştır. Bu hattatlar, El yazması Kuran-ı Kerim yazan hattatlar, mimari yapıların üzerindeki kitabeleri yazan hattatlar, nesir, manzum gibi edebi eserleri ya da şehnameleri yazan hattatlardan oluşuyordu.

Zer-endûd levha Celi sülüs hat, Sultan II. Mahmud (h. 1808-1839), “Başarım ancak Allah’tandır”, SSM 130-0109 Görsel: Sakıp Sabancı Müzesi

Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Mustafa Rakım, Mahmut Celaleddin Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi uslübe olan katkıları olan Türk hattatlarındandır.

Murakka Sülüs ve nesih hat, Hafız Osman (ö. 1698) Muhammed bin Said el-Busirî’nin (ö. 1296?) Kasidetü’l-Bürde adlı Hz. Muhammed’i öven şiirinden beyitler, SSM 120-0334 Görsel: Sakıp Sabancı Müzesi

Eğer hattatların hüsn-ü hat (güzel yazı) örnekleri ve Kuran nüshaları olmak üzere sanatlı el yazma kitapları görmek isterseniz; Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’ni gezebilir ya da Sakıp Sabancı Müzesi’nin Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’na göz gezdirebilirsiniz.