Kahramanımız Melody, harika bir mizah anlayışına sahip, basiretli, şefkatli, cesur ve güzel düşünen on bir yaşında bir kız. Zihni düşüncelerle dolu. Her günün her detayını mucizevi şekilde yakalayıp saklayan bir fotografik hafızaya sahip olan bu kızın, ne yazık ki düşüncelerini seslendirecek bir sesi yok. Fakat daha fazlası var.
Melody, serebral palsi ile doğmuş, beşinci sınıfa giden bir kızdır. Ancak düşünebiliyor ve bunu hiç kimsenin yapmadığı gibi yapıyor. Onun suskun, çoğunlukla etkisiz vücudunun içinde, kavramları ve gerçek bilgileri dehadan başka bir tanım yapılamayacak bir düzeyde kavrayan yüksek bir zihin sıkışıp kalmış. Melody, onu gerçekten tanıma şansı bulamayan birçok gözlemci için çaresiz görünebilir, ancak öğrendiği şeyler için zihinsel kapasite ve halihazırda öğretilenlerin akılda tutulması açısından ölçülürse, o zaman neredeyse tanıdığı herkesi gölgede bırakırdı. Hiç abartmadan, Melody’nin bir mucize olduğunu söyleyebilirim. Melody küçükken ona yan komşusu Violet bakar. Melody’ye yerdeyken nasıl dönebileceğini öğretir. Melody biraz büyüdüğünde ise Violet ona, birisi onu bağlamayı unutursa tekerlekli sandalyesinden nasıl doğru bir şekilde düşeceğini öğretir ve böylece kafasına çarpmadan düşebilir. Özellikle bu ilişki çok etkileyiciydi.
Kitaptaki diğer karakterlerin Melody’yi iletişim kuramadığı için aptal olarak nitelendirdiğini okumak bir okuyucu olarak zordu ve bir anne olarak daha da zordu. Melody’nin düşünce ve fikirleri iletebilmesi çok daha fazlasını gerektiriyor ve kitap boyunca çoğu karakterin Melody’nin niyetini tam olarak anlamadıklarında hayal kırıklığına uğradığını görüyoruz. En basit istekleri iletmek için, o hüsrana uğradıkça ben de hüsrana uğradığımı fark ettim. Melody, iletişim panosunu yükseltme fırsatı bulduğunda bile hâlâ sınırlamalar yaşıyordu. Ama Melody asla pes etmiyordu. Cesareti kırılıyor, sinirleniyor ama buna rağmen zorluklar karşısında gösterdiği azim ve gururun da takdire şayan bir şekilde katlandığını görüyoruz.
Okumaya başladığınızda konu ağır ve hassas olduğu için kayıtsızca okumak çok zor. Aynı zamanda yazar o kadar samimi ve detaylara duyarlı ki, her kelime aktarmak istediği duyguyu tamamıyla karşılıyor. Kitabın orta kısmı biraz sıkıcı ilerliyor ama finali o kadar etkileyici ki umutsuzluktan gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz, güçsüzlükten titremekten kendinizi alamıyorsunuz. Bazen bilmeden takındığımız bencilliğimiz ve sığlığımız hakkında bir kitap olduğunu düşündürdü. Keşke olduğundan daha çok bilinse ve özellikle okullarda zorunlu okuma kitabı olarak belirlense.
Bu incelikle yazılmış kitaplar, orta sınıf romanların sahip olduğu derinliği ve okurlarına empati aşılarken ki zorlu meseleleri çözme yeteneklerini kamçılıyor. Ayrıca kendi önyargılarımızı kontrol etme ve birisini normal kabul ettiğimiz gibi hareket edemediği veya iletişim kuramadığı için yeteneklerine göre nasıl erken yargıladığımızın farkına varmamızı sağlıyor. Bazı bakımlardan üzücü bir farkındalık ama bu kitabın kendi kişisel davranışlar ve bunların nasıl şekillendirilmeleri gerektiğinin farkına varılması üzerine dahice yazılan bir referans olarak görüyorum.
Bizden farklı olan insanlara sempati duyuyor, onlara üzüntü ve kederle yaklaşıyor, çoğu zaman da kendimizi şanslı görüyoruz. Ama özel olan insanların ve yakınlarının beklediği şey sempati değil empatidir. Bu iki kelime arasındaki anlamlı çizginin altını çizmek çok önemli. Bu çizgi unutulmasın diye bu özel duyguyu anlamlı kılarak ifade eden ve bunu tüm insanlığa adayarak ölümsüzleştiren yazar Sharon Draper’a sonsuz sevgilerle…
Fulya Yılmaz