Kapının eşiğinden içeri bir koku sızıyor. Ne çimenlerin, ne de karanfilinkini andırıyor. Uzaklarda metruk binalarda birileri hararetli konuşmalar yapıyor. Dev bir süpürge sokakların tozunu kaldırmış gibi. Kapı kapalı neyse ki. İnce bir zevki yansıtan mimarisi var mekânın. Zarif ferforje merdivenler sokakla ev arasındaki sınırı temsil ediyor. Belirsizlik, korku eşiği atlayamıyor. Çatı katı Angola’nın başkenti Luanda’nın seyir terası gibi. Ludovica Fernandes Mano, buradan etrafı gözlese değişimi hissedecek, ama yapmıyor. O, kendini yalnızca dört duvar arasında huzurlu hissediyor.
Eli silahlı bazı adamlar sokakları arşınlıyor. Onlardan bazıları ‘kahraman’ diye söz ediyor. Ludo, dış dünyanın havai fişek gibi patlayan kahkahalarını duymamak için önce pencereleri kapatıyor. Sonra sokağa çıkmaktan vazgeçiyor. Köpeği Fantasma ile birlikte kendisine münzevi bir hayat kuruyor. Önce evdeki yiyecekler tükeniyor. Komşunun tavuklarından aşırmak, haftalarca doğru düzgün sıcak yemek kaşıklamamak sıradanlaşıyor. Avcılığı öğreniyor derken. Tıpkı Afrika’nın dirençli ilk sakinleri gibi, tabiata uyum sağlamayı hatırladığına şaşırmıyor. Terasa gelen güvercini avlamak için saatlerini harcadığında, nar ağacının meyveye durmasını beklerken de günler sıvıymışçasına akıp gidiyor. Dış dünya içeri giremesin diye duvar örüyor. Lakin güvercin, cana yakın bir çocuk duvarları aşıyor.
Ölmeyecek kadar yiyor Ludo. Pencerenin ötesindeki her şeyi tehditkâr bulması onu daha da yalnızlaştırıyor. İsmini bilmediği böceklerden, radyodan gelen yabancı seslerden korkarak kendini hapsediyor. Arada bir somun buluyor masanın üzerinde, tecride rağmen coca cola şişesini fark ediyor. Yazar, marka ile roman arasındaki metoforik ilişkiyi bize bırakıyor. Birilerinin hala onu düşünmesi ne tuhaf!
Isınmak için eşyaları yakıyor. Kitapları, ama en çok bir grup Mucubal’in coşkulu halini resmeden tabloyu yakarken içi acıyor. Marx’ın deyimiyle, katı olan her şey buharlaşıyor. Ludo’nun aralıksız devam ettiği tek eylem yazmak. Yorgun düşene dek, kâğıt tükenene dek yazıyor: “Kısa satırlar yazıyorum / Dua eder gibi / Kelimeler kovulan şeytanların birlikleridir. Zarfları zamirleri kesiyorum / Bileklerimi sakınıyorum.” Böylece duvarlar birer müsveddeye dönüşüyor. Kendisine kurduğu hapishanenin kapısında, Predio dos Invejados yazılı: Kıskanılanlar Apartmanı.
Ludo’nun gerçek öyküsünü ustaca kurgulayan yazar José Eduardo Agualusa, Timaş Yayınları’ndan çıkan kitabın çevirmeni ise Sevcan Şahin. Kitapta ne kan, ne de bombalanan evler var. Az değil, 1975-2002’ye kadar süren çatışma ve kaosun içinden çıkıyor Ludo’nun öyküsü. Buna rağmen, kelimelerinden ölüm değil hayat sızıyor dimağınıza. Kendisine yarattığı hapishaneden çıkmak teklif edildiğinde şu sözler dudaklarında şekillenen kadın yazarın hayatına tanıksınız çünkü: “Benim toprağım burası. Başka bir yurdum yok. Benim ailem bu çocuk, şu dışarıdaki mulemba ağacı, bir köpeğin hayaleti.” Portekiz’e karşı bağımsızlık mücadelesinde hayatını kaybeden milyonların turnusol kâğıdı sadece okuyacağınız. Eserleri otuz ülkede yayımlanan Agualusa’nın, “Unutmanın Genel Teorisi”; Körfez Savaşı’nın naklen izlendiği çağda, ölümü bir kadının kendine kurduğu tecrit hayatıyla anlamayı vaat ediyor. Bunun için bile övgüleri hak ediyor.
Bu içerik Süheyla Sancar tarafından yazılmıştır.