John Steinbeck’in Nobel Konuşması

YouTube’da sevilen yazarların görüntülü konuşmalarına Türkçe altyazı ekleyerek internet kültür arşivine önemli katkıda bulunan Çeviri Konuşmalar Kanalı, paylaşımlarına bir yenisini ekledi.

Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri gibi klasikleşmiş romanların yazarı John Steinbeck’in edebiyatçıların görev ve sorumlulukları üzerine yaptığı Nobel Ödül törenindeki konuşması edebiyat dünyasında büyük ilgi görmüştü.

John Steinbeck (1902-1968), kariyeri boyunca 16 roman, altı kurmaca dışı kitap ve iki kısa hikâye külliyatı yayımladı. 1962 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü “gerçekçi ve güçlü bir hayal gücüne dayanan yazım biçimi ve sıcakkanlı mizahı, sivri bir toplumsal gözlem gücüyle birleştirmesinden” dolayı aldı.

Ödül töreni konuşmasında Steinbeck’in Nobel Ödül töreninde yaptığı konuşmanın tam metni:

“Majesteleri, Prens Hazretleri, Min Vackra Fru, Hanımlar ve Beyler,

Çalışmalarımı bu yüce onura layık gördükleri için İsveç Akademisi’ne teşekkür ediyorum.

Kalbimde Nobel’i, çok saygı duyduğum diğer edebiyat insanlarından daha çok hak edip etmediğime dair bir şüphe var fakat ödülü aldığım için keyif ve gurur duyduğuma şüphe yok.

Bu ödülü alanların edebiyatın doğası ve gidişatına ilişkin kişisel veya akademik bir konuşma yapması gelenektir. Ancak içinde bulunduğumuz bu zamanda, edebiyatçıların öncelikli görevleri ve sorumlulukları üzerine düşünmek isabetli olacaktır.

Şu an burada bulunmak ve Nobel ödülünü almak öylesine büyük bir saygınlık ki; burada minnettar ve mahcup bir fare gibi tiz sesler çıkarmam değil, mesleğimden ve bu mesleği yüzyıllardır yapan birçok büyük insandan ötürü duyduğum övünçle, aslan gibi kükremem gerek.

Edebiyat, ne boş kiliselerde ilahilerini söyleyen cılız ve güçsüz rahiplerce neşredilmiştir, ne de dünyadan uzak kibirli papazların umutsuz bir oyunudur.

Edebiyat, konuşmak kadar eskidir. İnsanın ona olan ihtiyacından doğmuştur ve o günden bugüne bu ihtiyaç azalmamış, daha da artmıştır.

Halk ozanları, şairler ve yazarlar birbirlerinden ayrı ve müstesna değillerdir. Her şeyden önce; işlevleri, görevleri ve sorumlulukları, insanlık tarafından belirlenmiştir.

İnsanlık, gri ve kasvetli bir bilinç bulanıklığının pençesinde. Burada daha evvel konuşan selefim, büyük yazar Wiliam Faulkner’in söylediği gibi; bu evrensel korku trajedisi o kadar uzun zamandır devam etmekte ki artık ruhsal problemler kalmadı. Öyle ki; insan kalbinin kendisiyle olan çatışması, yazılmaya değer tek şey gibi görünüyor.

Faulkner, insanoğlunun zayıflıkları ve gücünün, çoğu insana göre daha fazla farkındaydı. Faulkner, bir yazarın varlık sebebinin büyük ölçüde korkuyu anlamak ve çözmek olduğunu çok iyi biliyordu.

Bu, yeni bir durum değil. Yazarın tarihi misyonu değişmedi. Yazar, ilerleme gayesiyle, ıstırap veren başarısızlıklarımızı ve hatalarımızı bizlere göstermekle; karanlık ve tehlikeli düşlerimizi deşip gün yüzüne çıkartmakla yükümlüdür.

Dahası, yazar, insanoğlunun kalbinin ve ruhunun tescilli yüceliğini, yenilgilere siper ettiği göğsünü, cesaretini, şefkatini ve aşkını göstermek ve bunları övmek için görevlendirilmiştir.

Zayıflığa ve umutsuzluğa karşı yürüttüğümüz bu sonsuz savaşta, bunlar umudun ve ilerlemenin parlak nişaneleridir.

İnsanın mükemmelliğine yürekten inanmayan bir yazarın ne kendini edebiyata adadığını ne de edebiyatta bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Mevcut evrensel korku, bilgi düzeyimizdeki ileriye dönük sıçramanın ve fiziki dünyadaki bazı tehlikeli faktörlerin bir sonucudur.

Bu büyük adımın evreni anlamaya ilişkin diğer aşamalara henüz ulaşamadığı doğru ancak buradan bu aşamalara asla ulaşamayacağımızı düşünmek için hiçbir sebep yok. Aksine bunu yapabileceğimizden emin olmak yazarın sorumluluğunun bir parçasıdır.

İnsanlığın doğal düşmanlarının karşısında dikildiği uzun ve kıvanç dolu tarihi boyunca, bazen kesin başarısızlıklar ve tükenmelerle korkakça ve aptalca sahayı terk ettik ki bu terk edişler olası en büyük zaferlerimizin arifeleri olmuştur.

Şaşırmayacaksınız; bir süredir, kitaplarda yalnız ve düşünceli bir adam olarak tasvir edilen Alfred Nobel’in hayatını okuyorum. Nobel, patlayıcıların yıkıcı bir şeytaniliğe ya da yaratıcı bir iyiliğe dönüştürülebilecek gücünü başarıyla ortaya koymayı başarmış biridir. Fakat vicdan ya da muhakeme doğrultusunda bir seçim yapmamıştır.

Nobel, buluşlarının zalim ve kanlı amaçlarla istismar edilmesine şahit oldu. Hatta belki de araştırmalarının nihai sonucu olan sonsuz yıkımı ve en üst seviyedeki şiddeti bile öngörmüş olabilir. Bazıları onun zamanla şüpheci birine dönüştüğünü söylüyor ancak ben buna inanmıyorum. Bence bir kontrol, bir emniyet supabı icat etmeye uğraştı. Ve sanıyorum ki; nihayetinde bunun sadece insan aklı ve ruhuyla mümkün olduğunu tespit etti. Bana kalırsa; Nobel ödüllerinin kategorilerini belirleyen de onun düşünce yapısı olmuştur.

Bu kategoriler, insanlığın devam eden ve giderek artan bilgi birikimi ve dünyasını anlamak ve anlatmak için sunuldu -ki bunlar edebiyatın bizzat görevlerindendir. Ve bu görevler, insanın, kalan diğer her şeyin başlangıcı olan barışı tesis etme becerisini ispatlamak içindir.

Nobel’in ölümünün üzerinden daha 50 yıl geçmedi ama doğanın kilitli kapısı açıldı ve bize seçim yapmanın tüyler ürpertici sorumluluğu yüklendi.

Bir zamanlar Tanrı’ya atfettiğimiz birçok gücü ele geçirdik.

Korku dolu ve hazırlıksız olmamıza rağmen, tüm dünyanın ve tüm canlıların yaşamı ve ölümü üzerinde hâkimiyet kurduğumuzu farz ediyoruz.

Tehlike de zafer de; ikisinden birini seçmek insanın elinde. İnsan, mükemmelliğini kendi elleriyle test ediyor.

Tanrısal gücü elimize aldığımıza göre, bir zamanlar Tanrı’dan dilediğimiz bilgeliği ve sorumluluğu kendi içimizde aramalıyız.

İnsanın kendisi hem en büyük tehlikeye hem de tek umudumuza dönüştü.

Bugün, Aziz John’un sözünü şu şekilde çevirebiliriz: Her şeyin sonu, sözdür ve söz, insandır ve söz, insanla vardır.”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here