“Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenebilirsiniz?”

Nietzsche Ağladığında
Nietzsche Ağladığında

Naçizane yorumlarımı siz kıymetli okuyuculara sunmadan önce iki hatırlatma, yazarın hayatı üzerine birkaç satır (eminim birçoğumuz biliyordur) ve bir de tavsiyede bulunma cesaretini göstereceğimi ifade etmeliyim. Tavsiyeyi hemen buraya iliştireyim ki; doğrudan kitabın içeriğinden bahsettiğim kısımları okumak isteyenler için (fazla vakit almamak adına) üçüncü ve dördüncü paragraflara geçebileceklerini hatırlatmış olayım. Keyifli okumalar!

Öncelikle; çok çok sıkı bir edebiyat okuru olmadığımı ve psikoloji disiplinine (birkaç sözlük maddesi, birkaç kitap bölümü ve sinema/dizi dışında) son derece uzak olduğumu söylemem gerekir. Böylece yapacağım yanlış yorumlar yahut çıkarımlar için affınızı rica edebilirim. (Ne dâhiyane fikir ama!) Yazarımıza gelecek olursak, kendisi 1931 yılında Birleşik Devletler’de doğmuş ve hâlâ orada yaşayan, psikoloji disiplininde (psikoterapi ve psikanaliz alanlarında da) çalışmalar yürütmüş; bilimsel çalışmalarının yanı sıra edebiyat alanında da başarılar kazanmış son derece önemli bir bilim insanıdır.

Kitabı bitirdim, ancak üzerine düşünmek için epey zamana ihtiyacım olduğuna neredeyse eminim. Son zamanlarda okuduğum en ‘etkileyici’ roman olduğunu da itiraf etmeliyim. Kitabı okumayı birkaç yıldır erteliyor ve kendime: “Popülizme kurban gitmiş bir roman” olduğu yönünde telkinlerde bulunuyordum. (Ne büyük yanılgı!) Artık kitaba gösterilen ilginin az bile olduğu kanaatinde olduğumu açıkça ifade edebilirim. Herhangi bir mecrada okunan hiçbir yorum (şu an satırlarını okuma nezaketi gösterdiğiniz ben de dahil olmak üzere) kitabı ve muhtevasını (içeriğinde neler barındırdığını) anlatamayacaktır. Okumaya ilk başladığımdan bitirmeme kadar geçen süre zarfında kitabı elimden hiç bırakmak istemedim, bazen öyle anlar oldu ki pratik hayatta yapmam gereken bazı işleri dahi ertelemek durumunda kaldım.

Romanımıza geçecek olursak (nihayet dediğinizi duyar gibiyim), kabaca; başta Josef Breuer ve Friedrich Nietzsche olmak üzere; Sigmund Freud, Lou Salomé, Anna O. (Bertha) ve Paul Rée arasında geçen bir olay örgüsüne sahip olduğunu söyleyebilirim. Kitap her ne kadar bir roman olsa da Irvin D. Yalom bu eserinde; yukarıda adı geçen isimlerin gerçek yaşamlarından ve bu isimlerin bazı çalışmalarından çokça beslenmiş kurguyu da bu minvalde inşa etmiştir. (Kitabın sonunda bu süreci anlatan bir bölüm okuyucuların dikkatine sunulmuştur.) 19. yüzyıl sonlarının Avrupası’ndan da harika kesitler sunan yazar; Yahudi düşmanlığı ve yaşanan gerilimlerden de bahsetmeyi ihmal etmemiştir. Kitabın -bana kalırsa- en etkileyici bölümleri; J. Breuer ile F. Nietzsche arasında geçen diyaloglardır. Bu diyaloglar sırasında kendinizi; kaskatı bir şekilde önünüzde durup, bıyıklarını tarayan Nietzsche’nin karşısında bulacak, sorduğu sorular ve düşün deneyleri ile rahatsız hissedeceksiniz. Hele bir de herhangi bir şeye karşı ‘ümit’ besliyorsanız, Nietzsche’nin: “Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, işkenceyi uzatır,” fikri tarafından sarsılacaksanız. Kitabın özellikle ikinci kısmında sürekli artan bir gerilim deneyimlediğimi ve bu gerilimin, empati ile harmanlandığı bir anda, korkunç bir seviyeye ulaştığını ancak Irvin D. Yalom tarafından ustaca bir hamle ile yavaşça hafifletildiğine şahit olacak ve kısmen rahatlayacaksınız. Empati duygusu ve okuyucu ile kurulan ilişkinin bu denli yoğun hissedildiği bir başka roman daha okuduğumu zannetmiyorum (elbette bu eksiklik benden kaynaklı da olabilir). Bunun muhtemel sebebi, hemen hepimizin yaşadığı temel bir gerilim ile alakalı olmalıdır. Birileri (yahut aile, toplum) bize sürekli “şunu yap, bunu yap, buraya git, bu ol, onu yapma vb.” gibi, çoğu zamanda kendilerinin yap(a)mamış olduğu, isteklerle bir şeyleri dayatıyor ve belki de bizde tüm bunlara kaçınılmaz olarak itaat ediyor, zamanla itaat ettiğimizin bile farkına varamaz hâle gelip ‘kendi hayatımızı yaşayamaz’ duruma geliyoruz. İşte bu kitap bize ‘özgür olabilmenin dehşetini’ ve belki de anahtarını sunuyor!

Son olarak kitabın çevirmenine (Aysun Babacan’a), editörlere, Ayrıntı Yayınları’na çok teşekkür ediyorum. Kitabı büyük bir zevkle okudum. Kitabın dili son derece akıcı ki bu noktada çevirmene bir kez daha teşekkür etmemiz gerekir. Orijinal dili ile karşılaştırma yapmadım; ancak kullanılan Türkçe o kadar lezzetli ki kitabın bir çeviri olduğunu unutmak dahi mümkündür.

Berk Ulubeli

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here