Edebiyatta Aşka Yer Var…

Âşıklara Yer Yok
Âşıklara Yer Yok

Edebiyatın bir sihir olduğu tasavvurundan hareket edilirse her şeyin edebiyatının yapılmasının mümkün olduğu gerçeğiyle karşılaşılır. Fantastik âlemlerden gerçeğin en saf haline kadar, hemen hemen her şey, edebiyatın o efsunlu diliyle izah edilebilir. Ama bir duygu vardır ki onun edebiyatı hiç bitmez. Adına Aşk denen mezkûr kavram bu nedenle kalemi eline alanların eşsiz bir malzemesi olur. Sevginin yücelttiği aşk kavramına adı sanat olan her yerde rastlanmakla birlikte bir kitabın satırlarına sarmalanan aşk öykülerinin modası hiç geçmez. Hatta öyle ki bin yıl önce yazılmış destanlaşmış bir hikâye bile daha dün yazılmış gibi okuyan üzerinde etkisini gösterir.

Tarık Tufan’ın son kitabı ise klasik ifadeyle bir âşık maşuk ilişkisidir. İdealize edilmiş aşka biçilen hikâyenin öyle efsanevi olmayacağının ve sadelikle de gayet güzel bir şekilde izah edilebileceğinin, okurun gerçeklik algısıyla daha çok uyuşabileceğini hesap eden Tufan, aşkın soyut boyutunu güçlü ve yalın bir gerçekliğin üzerine inşa eder. Olaya duygu penceresinden bakan başkahraman ve aynı zamanda anlatıcı Orhan’ın platonik aşkının kendisine olan yıkımına dair o meşum hikâyesine takılan her bir öykü halkası anlatıyı daha rafine bir hale getirir.

Aslında sözün sözü açması gibi hikâyenin de başka hikâyelere eklemlenmesi, edebiyat dünyasında çok kullanılagelen bir tarzdır. Çünkü karakterler ana anlatıya yaşam öyküleriyle girerler. Tufan ise bu hikâyeleri okura ilk aşamada vermez. Önce karakterleri gizemin boyasına boyayarak onları şifreli bir kasaya dönüştürür. Duygudaşlığın anahtarını eline alan anlatıcı yaşamına misafir olan her bir karakteri meraklı bir şekilde ele alarak, onların öykülerini deşifre etmeye gönüllerinin gizli kısımlarını açmaya çalışır. Bu tarz anlatımın okur için cezbedici olduğunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü okur ilk aşamada anlatının sürükleyici olmasını bekler. Çözülmesi beklenen her düğüm, okuyucuyu daha güçlü bir biçimde satırların arasına çeker. Daha çok polisiye eserlere yakışan gizem kavramı ise öykünün sonunun kolay tahmin edilebilirliğinin önüne geçer. Zira beklediğini basit bir şekilde bulan okur, takip ettiği satırların notunu kırabilir.

Bir aşk öyküsünde, tabii ki karakterler ön planda olmak zorundadır. Ama ziyadesiyle iyi döşenmiş bir mekân söz konusuysa, bazen kahramanlar o dekorun içinde kaybolurlar. Eserdeki Saklıkuyu bölgesi bu açıdan iyi seçilmiş ve iyi bezenmiş bir mekândır. Bir kere ortamın kasveti, eşsiz havası, anlatılan her bir karakteri geçmişiyle beraber çok iyi sarmalar. Mekânın birleştirici misyonu, zincirin halkaları gibi bir araya gelmiş kahramanları Orhan’ın birer uydusuna çevirir. Üstelik yaşanmışlıklardaki ortak nokta sadece mekânla da ilintili değildir. Eksikliği hissedilen kaybın yoksunluğunu yaşayan her kahramanı dibine çeken müşterek bir kader kuyusu da söz konusudur.

Direnen yaşamların öyküsü büyük bir acıyla başlar. Her acı ayağa bağlanan taş misali ummanı andıran dünyada insanı dibe çeker. Ya çırpınılır ya da kadere teslim olunur. Teslimiyetin de çırpınmanın da kendine has öyküsünden çıkarılacak dersler vardır. Tufan’ın satırlar arasında sakladığı dersleri ise iyinin, kötünün; zalimin mazlumun; aşığın maşuğun; söylediklerinin kulağa küpe olacak şekilde aforizmalar şeklinde ortaya çıkmasıyla kendisini gösterir. Hayatlarında acıyla sınananlar, sorgularının bedelini güçlü cümlelerle verirler. Bu cümlelerle anlatımını zenginleştiren Tufan, şiirsel diliyle okurunu her fırsatta kendi kıyısına çekecek mesajları satırlar arasına gizler.

Eserden ders çıkarmak bir yana bırakılırsa, anlatılan olayların kendisine has bir yaşanılabilirlik içerdiğini de belirtmek gerekir. Okurun anlatılan karakterlerle duygudaşlık kurmasının yolu da bir anlamda buradan geçer. Kahramanın kendi kendisiyle cebelleşmesi esnasındaki sayıklamaları, düşünsel bir muhasebenin anlamlı verileri olarak ortaya çıkarken, aslında “ben de bu durumda olsam böyle düşünürdüm” diyen okurun duygularına tercüman olur. Tabii her eserde bunu görmeye imkân yoktur. Duygulara şekil vermek isteyen yazarlar, bazen lastik misali çektikleri duygu yumaklarından çözümsüz düğümler oluşturup öylece bırakırlar. Oysaki hisleri fazla bulandırmaya gerek yoktur. Sadelik anlatım için her zaman geçer akçedir. Tufan, karakterlerinin duygu dökümünü ana tema (aşk, özlem, nefret vb.) etrafında olduğu gibi aktarır.

İnsan bilinci bazen hesapsız gelişigüzel akarak net kararlar alamaz. Eserdeki kahramanlarda bu doğallığı da bulabilmek mümkündür. Aslında bu tarz zihinsel aktivitelerin, cümlelerle anlatılması bazen zordur. Tufan, bu güçlüğün altından da layıkıyla kalkar. Misal Orhan karakterinin yaşadığı tereddütler, çıkmazlar ve iç çatışmalar zihne bir nevi ayna tutularak görünür kılınır. Tabii ruhsal buhranın ötesine geçen, kendi doğallığından sıyrılan, gerçekle hayalin birbirine karıştığı durumların anlatımı da aynada görülenin aksine daha karmaşık tarzda okuyana servis edilir. Bu muhayyel yükselişler de karakterin bilinç oyunları olarak kabul edilirse anlatımdaki doğallık yadsınmamış olur.

Eserin olay örgüsünün çok iyi planlandığı ve kurgu trafiğinin de çok iyi yönetildiğini söylemek lazım. Yirmi sekiz bölüm halinde tasarlanan eserde, geçmişle şimdiki zaman arasında gitgeller yapan ana anlatıda Orhan’ın aşkının geçmiş zamanın merkezine oturduğu görülür. Bu klasik aşk masalına anlam kazandıran ise Orhan’ın Saklıkuyu’da yaşadıklarıdır. Aslında geçmişe dair aşk hikâyesinin kurgusu Türk filmlerine adapte olanlara fazlasıyla sıradan gelebilir. Ama kahramanın Saklıkuyu günleri, geçmişe öylesine güzel kurgusal bir kimlik kazandırır ki aşka dair yazılanlar katmerlenir. Tabii kurguya dair bu kadar tespit yapılmasına karşın eserin sonundaki ekler kısmında verilen bazı resim ve evraklardan, eserin kurgu kısmının nerden başladığı gerçek kısmının nerde bittiğini kestirmek güç bir hale gelir.

Aşk, umut ve trajedi üçgeninin kenarları arasında mekik dokuyan kayıp bir ruhun kendini bulması ve kaderine boyun eğmesinin bu eşsiz kurgusunu bir film senaryosunda görmek güzel bir tecrübe olabilir. Ama anlatının mevcut zenginliğini yansıtacak görselliği bulmanın mümkün olmayacağını da hatırlatmakta fayda var. Son olarak; âşıklara yer var mı yok mu bilinmez ama aşkın sorgulanması ve anlamlandırması gereken bir yönü olduğunu Tufan’ın eseriyle idrak etmek mümkün

Zafer Saraç

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here