Dikkat Her Şeydir…

Kusursuz Dikkat
Kusursuz Dikkat

Henüz her şeyin dijitalleşmeye başlamadığı, evlerimizdeki en ileri teknolojinin tüplü televizyon, elektrikli ütü olduğu döneme kadar bizim “odaklanma becerisi” gibi bir problemimiz yoktu. Belki vardı ancak bu kadar yaygın bir problem değildi. O yıllara kadar her türden teknolojik ürün ve yenilik, hayatımıza temkinli bir şekilde dahil ediliyordu. Onlara alışmak, onlarla değişen hayatımıza ayak uydurmak için bir sürece sahiptik. Yeterince vaktimiz vardı. Fakat her şey bir anda değişti sanki. Önceleri hayatımıza büyük bir temkinle ve teyakkuzla dahil ettiğimiz dijital çağ icatları, adeta üzerimize boca ediliyordu. Hızla yeni tabletlere, telefonlara, akıllı saatlere, akıllı TV’lere sahip oluyorduk. Artık onlar üzerindeki kontrolü, sadece onları satın almadıkça sağlayabiliyorduk. Dışarıdaki hayat da hızla dijital bir çağa evrildi. Üstelik bu değişimin hızı da gittikçe artıyordu. Bu bir devrimdi. Fakat hızla değişmekte olan hayatımıza adapte olmak eskisi kadar kolay değil. Bu süreçte alışkanlıklarımız, hayata bakışımız, hayattaki anlam arayışımızın şekli ve daha birçok şey değişti. Nitekim odaklanma becerisine ihtiyacımız da arttı. Odaklanabilmeyi, kitabın kendi başlığında da ifade ettiği şekliyle “Kusursuz Dikkat”i kaybettik, yahut zayıflattık. Şimdi hepimiz onu yeniden bulmaya çalışıyoruz. Yazarın kitapta geçen şu cümlesi halimizin çok iyi bir özeti sanırım: “Daha önce hiç bu kadar az şey yaparken bu kadar meşgul olmamıştım.” Sanıyorum ki, 21. Yüzyılın bireysel olarak aşılması en güç problemlerinden biri dikkat meselesi olacak. Bu konuda da dijital çağ öncesi dönemdeki çalışma alışkanlıkları yol göstericimiz olacak. İlk kez insanlık olarak ilerlemek için geride bıraktığımız şeylere bu denli muhtaç bir durumdayız diyebiliriz. Bu yeni durum karşısındaki insan halini inceleyen ve yol gösteren kitapların sayısı artmakta. “Kusursuz Dikkat” de onlardan biri.

“Kusursuz Dikkat” kitabı, başlığıyla ve dahil edildiği tür olan “kişisel gelişim” kategorisinin kötü şöhreti nedeniyle, bu alandaki yeknesaklıktan bıkmış okurda ister istemez bir kaçınma duygusu uyandırıyor. Dolayısıyla bu tür kitaplardan bahsedildiğinde ilk merak edilen, kitabın “diğer klasik kişisel gelişim kitapları gibi mi olduğu” sorusu. Bu nedenle kitap hakkındaki değerlendirmeme bu sorudan başlamak istedim. Bu alandaki kitaplar, konularına göre ayrı ayrı okunduğunda bazen yazarın aşırı iddialılığı ve anlatılan kişisel gelişim unsurunun, hayatın her alanına zorla dahil edilmesini isteyen tavır nedeniyle okurda şu soruları uyandırıyor: “Gerçekten hayattaki en önemli şey karşıdakini ikna etme sanatı mı, ya da hızlı okumak mı, şampiyon psikolojisine sahip olmak mı, muhatabına hayır cevabını verebilmek mi, az uyumak mı? Hayat bu üç buçuk tavsiyeyi uyguladığımızda düzelecek kadar basit bir şey midir?” vs. Örnekler uzatılabilir. Bu soruyu sorduğumuz raddeye geldikten sonra artık kitabın iddiaları abartılı, tezleri bayağı ve sonuçları da popülistçe görünmeye başlar. “Kusursuz Dikkat” kitabı, konusu gereği insanı insan yapan her ne varsa temelinde yatan “dikkat ve odaklanma” meselesini mercek altına aldığı için malum kişisel gelişim kitaplarının tarzında yazılsaydı bile önemli bir kitap olacaktı. Fakat yazının ilerleyen kısımlarında bahsedeceğim gibi yazarın çok titiz bir araştırmacı tavrı var. Anlatılan örnekler, yapılan açıklamalar güzel bir tasniften geçirilmiş. Anlatılanların sırası, sıfırdan başlayanlar için başka bir kaynağa gerek duyulmaksızın kolayca anlamayı ve aşama aşama bilgilenmeyi sağlıyor. Kitabın içinde en can alıcı kısımlar bilinçli olarak tekrar edilmiş fakat bu tekrarlar aynı şeyleri okuma sıkkınlığı vermiyor, daha ziyade konunun farklı bir cihete açılan kısmını görmeyi ve bu kısımları anlamak için bir referans noktasının yeniden oluşmasını sağlıyor. Ayrıca yazar bilgileri sıkmadan, üstelik bolca tekrar etmesine rağmen asla sıkmadan aktarmanın yolunu bulabilmiş. Bazı konuların daha iyi anlaşılabilmesi için şemalandırma yöntemi kullanılmış. Bunların anlatıma epey katkı yaptığını ve akılda kalıcılığı artırdığını görüyorum. Kitapta abartılı hiçbir şey yok, aksine kendi iddiasını kendi çürütmeye çalışan ve sonuçlarını paylaşan bir tavrı var. Getirdiği açıklamalar çok makul görünüyor.

“Kusursuz Dikkat” kitabında Chris Bailey’nin konuyla ilgili literatürdeki kayda değer hemen her şeyi taradığını görüyoruz. Sivil bir araştırmacı olarak muazzam bir emek ortaya koymuş. Yapılan atıflar, dipnotlar, başka kitaplardan alıntılar bunu gösteriyor. Ancak bazı kısımlarda da bahsedilen araştırma bulgularının kaynağı belirtilmemiş. “Yapılan bir araştırmada” şeklinde başlayan bulgular konuyu tasdik eden ve o sırada okuyucuya gayet inandırıcı gelen sonuçlar olsa da kitabın nesnelliğine biraz gölge düşürüyor.

Kitabın ortaya koyduğu anahtar kavramlar ve çevirmenin kelime seçimi çok yerinde. “Otomatik pilot, dikkat aralığı, kusursuz dikkat ve serbest dikkat” gibi kavramlar ve bunların ifade ettikleri herhangi bir boşluğa yer bırakmayacak şekilde açıklanmış. Öyle ki, kitabı okuyup da aradan zaman geçtikten sonra akılda kalacak olan sadece anahtar kavramlar bile, kitaptan edindiğimiz kazanımlarımızı sürdürmeye epeyce katkı sağlayacaktır. Akılda kalıcılık ve önemli bir dikkat unsuru olması açısından, anahtar kavramlara ağırlık verilmesini çok yerinde buldum. Her sayfada altını çizmeye değer bulduğum çokça bilgi ve öneri vardı. Kendisini bir başlangıç kitabı, giriş kitabı olmaktan öteye de taşıyan kısımları haizdi. Getirdiği argümanları, işaret ettiği sorunları çok iyi açıklayan, ikna edebilen ve son derece yalın, laf ebeliğine kaçmayan bir anlatımı var. Konuyu adeta bir gergef gibi işliyor. Yazarın hem dersine iyi hazırlandığı hem de belagatinin güzelliği, metnin başından sonuna kadar kendini her yerde belli ediyor.

Kitapta çok orijinal bulduğum ve etkilendiğim kısımlar oldu. Dikkat aralığı kavramı, serbest dikkat- kusursuz dikkat ayrımı bunlardan bazıları. Özellikle dikkat aralığını sonuna kadar doldurmamak ve daha nitelikli bir çalışma için arada serbest dikkat boşlukları bırakmak ile ilgili tezini çok ilginç buldum ve aklımda bu sayede bazı parçalar yerine oturdu. Hatta bu taşların yerine oturma olayını çokça yaşadım. Bugüne kadar sağdan soldan duyduğum, bir şekilde okumuş olduğum odaklanma becerisi ile ilgili bazı bilgilerin, bulguların hepsini bir arada bulmuş oldum hem de sebeplerini daha iyi anlamış oldum. Ayrıca, yazarın anlatım tarzı da okuyucuya sonradan bazı şeyleri daha iyi anlamasını sağlayacak “bilgi sentezletici” şekilde. Okuyucu bu sunuş şekli sayesinde birçok bilgi ve sonuç için bir deney ortamına ihtiyaç duymuyor. Kendi hayatındaki birçok anı, deneyim anlatılan şeyler için bir deney ortamı, modelleme oluyor.

Kitap odaklanma becerisi konusunda güzel bir bilinç oluşturuyor. Ancak bu bilinç maalesef hayat gaileleri ve yazının başında bahsettiğimiz hayatın hızlılığı, hızla değişimi nedeniyle ihmale sürüklenmeye ve kolayca unutulmaya mahkum olabilir. Zaten kitabın temel problem olarak gördüğü ve “otomatik pilot” ifadesiyle de kavramlaştırdığı problem de bu unutulmaya mahkumluk durumu. Dolayısıyla bu edindiğimiz bilinci hayatımızın merkezine almamız gerekir. Kusursuz dikkat, ancak kendi hayatımızdaki rolümüzde edilgenliğe düşmeyi engelleyebildiğimiz ölçüde sağlanabilir. Özellikle “etkin olmak” yerine “edilgenliğe düşmeyi engellemek” tabirini seçtim. Çünkü insan zihni, doğası gereği edilgenliğe “kitabın tabiriyle otomatik pilota” düşmeye meyyal. Ve dijital çağın nimetleri her zaman daha cazip ve daha kolay lokma. Kitabın bence en büyük kazanımlarından birisi de zihnin bu edilgenliğe düşmeye meyyal halini iyi anlatması ve bunla barışık olmamız gerektiği farkındalığını uyandırması. Dolayısıyla ben okurlara bu kitabı bir kere okunduktan sonra rafa konacak bir kitap olarak görmemelerini; altını çizdikleri, işaret ettikleri kısımları belli aralıklarla tekrar tekrar okumalarını tavsiye ederim. Çünkü adeta dikkat önleyici unsurlarla kuşatılmış bir dünyadayız ve şu an dikkatimizi korumak adına elimizdeki tek silah, bu tür kitapları okuyarak kazandığımız ve tekrar tekrar okuyarak tazelenmesini sağladığımız “dikkat bilinci” olacaktır.

Dikkat ve odaklanma becerisi, çok hassas ve çok sayıda değişkenden etkilenen ip üstünde yürümeye benzeyen bir denge. Dengeyi oluşturan bileşenlerden bir tanesinin bile olmayışı/fazla oluşu ipten düşmek için maalesef yeterli.

Kitabın verdiği en önemli mesajlardan biri de odaklanma becerisini sadece sınavlarda, yaptığımız işlerde bize başarı sağlayan bir taktik olarak görmemek gerekliliği. Yazarın bu konuda kitapta geçen şu saptamasını çok önemli buluyorum: “ Odaklanmayı sadece üretkenliğimi artıran bir katkı olarak görmeyi bırakıp genel iyi oluşumu etkileyen bir unsur olarak görmeye başladım.”(s.10)

Önümüzdeki uzunca bir dönemde odaklanma konusunu temel alan çokça zihin araştırmaları ve bunların bulgularını göreceğiz. Belki çokça yeni bilgi ortaya çıkacak, doğru bilinen çok şeyler değişecek. Konunun daha çok başındayız ve mevcut bilgilerimiz de bize dijital çağ öncesi dönemdeki sadeliği işaret ediyor. Yani şu anki bilgilere göre muhtemelen ulaşabileceğimiz en zirve nokta yüzlerce yıl önce yaşamış mum ışığında çalışan alimlerin seviyesi olacak. Hayat gerçekten çok garip…

Hüseyin Furkan Karamekik

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here