Tibet İmparatorluğu Tarihi

Tibet İmparatorluğu Tarihi
Tibet İmparatorluğu Tarihi

Kıymetli okurlara kitap hakkındaki değerlendirmeyi sunmadan önce, kitabın yazarını tanıtmayı her zaman öncelikli olarak faydalı buluyorum. Christopher l. Beckwith, 1945 yılında ABD’de doğdu. Yale Üniversitesi’nde Lisans eğitimini aldıktan sonra, Harvard Üniversitesi’nde doktora eğitimini tamamlamıştır. Beckwith, özellikle Orta Asya ve Tibet tarihi, dilleri ve kültürleri üzerine yoğunlaşan çalışmalar sürdürmüş, ayrıca, Avrasya stepleri üzerine çalışan önemli bir isimdir. Beckwith, Columbia Üniversitesi’nde Doğu Asya Dilleri ve Kültürleri alanında kıymetli bir Profesördür. Malum, Avrasya üzerine yapılan çalışmaların bolluğunun yanında, ucu Tibet’e dayanan çalışmalar oldukça azdır. Hatta bu kitap da -Türkçe literatür beni yanıltmıyorsa- şu ana kadar Tibet İmparatorluğu hakkında iki kapak arasına giren çalışma da denilebilir. Araştırmadan elde ettiğim bulgular üzerine, konuya ayrıca ilgi duyanlar için 2021 yılında Türk-Tibet İlişkileri kapsamında biri İngilizce ikisi Türkçe dilinde olmak üzere üç yüksek lisans tezinin de literatürde mevcut olduğu görülmektedir. Kitaba dönülecek olursa, giriş olarak imparatorluk öncesi Tibet ve Orta Asya’ya bir bakış tasarlanması şık bir metot olarak göze çarpıyor. Burada da ağırlıklı olarak bölgenin dil gibi kültürel yatkınlık unsurlarına yer veriyor. Böylelikle Tibet İmparatorluğu’nun Orta Asya’da nasıl bir güç haline geldiğini ve bu imparatorluğun yükselişinin nedenlerini inceliyor.

Kitabın ilk bölümünde Orta Asya’ya giriş yaparken, burada Tibet İmparatorluğu’nun kuruluş emareleri hakkındaki soruların cevabını arıyor. Bunu yaparken de kaynaklar üzerinden Tibet tarihine ışık tutan kişiler üzerinden bir değerlendirme yapıyor. Kitapta, Tibet İmparatorluğu’nun kuruluşu, siyasi, sosyal ve kültürel yapısı, ekonomisi, askeri gücü, dini hayatı, sanatı ve edebiyatı gibi konular ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor. Ayrıca Tibet’in diğer devletlerle, özellikle de Tang Hanedanı ile olan ilişkilerini uzun uzadıya tartışıyor. Burada Tibet tarihinin dış dünya ile ilişkilerinin ilk defa 600’lü yıllarda Çin’e gönderilen elçilikler ile gerçekleştiğine işaret edilmektedir (s. 33). Sözü geçen elçiliklerin gidip gelmesi konusu, taraflar arasında yaşanan bir savaş neticesinde gerçekleştiği düşünülüyor. Bu da Tibet tarihinin siyasi arenadaki varlığının en erken adımı olarak görülebilir. Ayrıca, Tibet İmparatorluğu’nun yükselişindeki rolüne ilişkin tartışmalar da kitap içerisinde ele alıyor. Beckwith, Tibet İmparatorluğu’nun yükselişinin başlangıcı olarak, özellikle de Tang Hanedanı’nın gücünün zayıflaması ve Orta Asya’daki diğer devletlerin mücadelesi gibi unsurların etkili bir şekilde olanak sunduğunu sistematik bir şekilde aktarıyor. Mesela 715 yılından itibaren bölgenin adeta bir dönüm noktasına girdiğini; batıda Araplar, doğuda Çinliler ve güneyde Tibetlilerin erken dönem Orta Çağ Asya’sının en büyük üç yayılmacı devleti oldukları ifadesiyle döneme geniş perspektifli bir çerçeve çiziyor (s. 94).

Anlaşıldığı üzere, Tibet İmparatorluğu’nun yönetimi de karmaşık bir feodal sisteme dayanıyordu. İmparator, prenslerin desteğiyle kendi yönetimini sürdürürken, destek veren prensler de kendi yerleşimlerini ayrı bir yönetim birimi olarak göstererek varlıklarını sürdürüyorlardı. Bu nedenle, imparatorluk idari açıdan zaman zaman zayıf bir duruma düşebiliyordu. Tibet İmparatorluğu, IX. yüzyılda Çin Tang Hanedanı’nın desteğiyle güçlendi ve birçok alanda gelişim gösterdiği bir sürece girdi. Özellikle de Tibet Budizmi’nin artmasıyla, kültür ve sanat alanında da büyük bir etki yarattığı görülür. Bu değişim sürecini de erken dönem Orta Avrasya’yı süreç bakımından benzerliği nedeniyle Orta Çağ batısı ile karşılaştırarak değerlendirdiği görülür.

Tibet İmparatorluğu’nun sonu ise, hızlı bir yükselişin ardından IX. yüzyıl sonlarına doğru gerçekleştiği görülür. Tibet İmparatorluğu’nun zayıflaması, bölgede yeniden güçlü bir hanedanın ortaya çıkmasını engelledi ve daha sonraki dönemlerde Tibet, farklı kültürlerin etkisi altında eriyerek son buldu. Genel olarak, Beckwith’in kitabı, Tibet İmparatorluğu’nun Orta Asya’daki tarihsel önemini anlamak için önemli bir kaynak olarak kabul edilmektedir. Ancak, bazı eleştirmenler kitabın Tibet tarihindeki bazı konuları ele almakta yetersiz kaldığını iddia etmektedirler. Bu iddiaların tesiri altında kalmamak adına, bu dönem üzerine yapılan çalışmalarla birlikte kullanılarak, Tibet tarihi hakkında daha kesin bir veriye ulaşmak mümkün olabilir. Yine de “Tibet tarihi” dediğimizde, sadece Tibet’in tarihi değil, aynı zamanda bölgedeki diğer güçler ve onlarla kurulan temaslar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, Christopher l. Beckwith’in “Tibet İmparatorluğu Tarihi” kitabından Tibet tarihinin yanında Tibet’in konumu ve ilişkileri nedeniyle Göktürkler, Karluklar ve Türgişler gibi Türk halklarına da rastlamak mümkündür. Bu da kitap okuyucusuna, Tibet tarihini öğrenirken Türk tarihini de yeniden hatırlatıyor ve aynı zamanda Tibetliler gözünden Avrasya’da önemli bir boşluğu doldururken, Tibet tarihi adına yapılacak yeni araştırmalara kapı aralıyor.

Münevver Adıgüzel

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here